3 Aralık 2013 Salı

HALK SAĞLIĞI İÇİN… 011

HALK SAĞLIĞI İÇİN… 011
Umur Gürsoy
Türkiye’de çağcıl halk sağlığı biliminin kurucusu, Türk Tabipleri Birliği’nin eski başkanlarından değerli hocamız Prof. Dr. Nusret Fişek (d. 21.11.1914- ö. 03.11.1990) anısına.
46.  Nusret Fişek hocamı aynı zamanda iyi bir toplum hekimi olan göz hastalıkları uzmanı sınıf arkadaşım şair Ömer Civano (Çakmakçı)’nın dizeleriyle anıyorum.
EŞİTTİR ÖLÜM
Hocam N.Fişek ve A.Yörükoğlu'na
"ölüm"ü öldürmek kardeşler
tohumla, fidanla çiçekle ...
sürmek dünyamızda ölüm'ü
ve ölüm kadar insafsız
açlığı
susuzluğu
yokluğu
"ölüm"ü öldürmek bacılar
sevgiyle, yürekle, emekle ...
kovmak dünyamızdan "ölüm"ü
ve ölüm kadar hayın
puştluğu
kalleşliği
yalanı ...
"ölüm"ü öldürmek işçiler
kazmayla, kürekle, makinayla,
atmak dünyamızdan ölüm'ü
ve ölüm kadar namussuz
zulmü
sömürüyü
baskıyı ...
"ölüm"ü öldürmek yoldaşlar,
işçiyle, köylüyle, aydınla
silmek, dünyamızdan ölüm'ü
ve ölüm kadar zalim
esareti
sefaleti
savaşı.
Kanımda İki Su/Mart,1987
47.  “HALK SAĞLIĞI İÇİN 010’daki 41. Maddede irdelemiştim; Türkiye’de halk sağlığı alanına önemli katkıları olmuş, halk sağlığı konusunda iz bırakır çalışmalar yapmış, gerçek ya da tüzel bir kişiyi veya bir grubu ödüllendirerek halk sağlığının gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla 2 yılda bir verilen Nusret Fişek Halk Sağlığı Hizmet Ödülü bu yıl 100. Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Yüksel’e verildi.
Haber, Türk Tabipleri Birliği’nin web sayfasında yer almazken aynı sayfada Birliği’n aylık gazetesi Tıp Dünyası’nın iç sayfalarından birinde (5. Sayfa) küçük ve resimsiz bir haber olarak yer buldu. Tıp Dünyası’nın gelecek sayısında Ayşe Hocayla gazeteciliğin 5N1K ilkelerine uygun yapılmış resimli bir (oto)röportaj bekliyorum.
Ayşe Hocamız, Antalya Üni. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı'nın üç ayda bir yayınladığı (editörü olduğum) ve halk sağlığı fanzin edebiyatımızın kilometre taşı “Bi Ters Bi Düz (Haraşo) Bülten”in hakikatli okuyucularındandı. Kendisini kutluyorum. Bu nedenle bir diğer hocamız Prof. Dr. Erdal Akalın’ın bana İskenderunlu ağabey arkadaşım Ecz. Oktay Demirkan yolu ile ulaşan bir yazısını (izin vereceklerini düşünerek) paylaşıyorum:
Prof. Dr.  Nusret Fişek Benim de Hocamdı !..
Yıl 1963, yani bundan tam elli yıl öncesi; A.Ü. Tıp Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisiyim.  O sınıfın en baba derslerinden olan Mikrobiyoloji Enstitüsü önünde az sonra başlayacak derse girmek için bekleyenlerden birisiyim.  Tam o sırada siyah bir makam arabası durdu kaldırımın kenarında ve herhalde kırmızı plakalı olsa gerekti.  Arabanın arka kapısını şoförün açmasını beklemeden açarak dışarı çıkan uzun boylu ve yakışıklı bir bey bizleri gülümseyerek selamlamış ve bina kapısına hızlı adımlarla yönelmişti bile. Bir arkadaşımız bizleri uyardı, bugünün dersini verecek hocamız geldi diyerek.  O düzgün fizikli beyefendi, Doç. Dr. Nusret Fişek, işte o gün benim hocam olmuştu ve ölümünden sonra bile benim saygın hocalarımdan birisi olarak kalacaktı.
27 Mayıs sonrası kurulan bürokrat ağırlıklı yeni hükümetin Sağlık Bakanı, o yılların A.Ü. Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Klinik Direktörü olan Prof. Dr. Nusret Karasu olmuştu.  Yüzü ile değil, gözleri ve kalbi ile gülen bir bilge hocamız olan Nusret Karasu, kendisine müsteşar olarak Nusret Fişek Hoca’yı seçmişti.  Bakanlıktaki yoğun mesaisine karşın, derslerini asla aksatmayan Doç. Dr. Nusret Fişek’le işte böylece tanışmıştık.
Nusret Fişek Hoca, ülkemizin sağlık politikası konusunda düşünen ve çözümler üreten bir aydın hekim olarak, müsteşar olarak seçilmesinin hakkını hemen vermeye başlamıştı.  Türk İnsanı için koruyucu sağlık hizmeti ve halk sağlığı adına kanımca devrim sayılabilecek olan “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalizasyonu” yasası, O’nun eseridir. 
5 Ocak 1961 tarihli bu yasa, özellikle Anadolu İnsanı ve kırsal kesim yaşayanları düşünülerek hazırlanmıştı.  İlk deneme çalışmaları yanılmıyorsam Çubuk, Etimesgut ve Kazan ilçelerinde kurulan sağlık ocakları ile başlamış ve alınan olumlu sonuçlar sonrası yaygınlaştırılmasına karar verilmişti. Maalesef birçok güzel eser gibi kısa zaman sonra yozlaştırıldı ve işlevsiz kılındı. 
Ben, 1972 yılında doğu hizmetim sırasındaki askeri tatbikatlara katılırken, yakın köylere gitmiş ve sağlık sisteminde sosyalizasyon ışığı ile kurulmuş sağlık ocaklarından bazılarını ziyaret etmiştim.  Düzgün bir muayene ve tedavi odası içeren ana bina içeriğinde küçük cerrahi işlemlere elverir aletleri, minik ancak yararlı laboratuvar hizmeti için düzenlenmiş cihazları terk edilmiş görünce hüzün kaplamıştı içimi.  Şoförü olan ancak arabası olmayan sağlık ocağı yanında, ebesi ve arabası olmadığı için işlevsiz bırakılarak ilçeye tayin edilmek zorunda kalınmış doktor kadrosu olan bu ocakları izleyince, Nusret Hoca’nın emeklerini boşa çıkaran organizasyon bozukluğuna isyan etmiştim.
Prof. Dr. Nusret Fişek Hoca, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde Halk Sağlığı Anabilim Dalı kurucusu olarak birçok meslektaşımızı yetiştirdi.  Kentimizde de bu bölümde eğitim almış birçok doktor bulunmaktadır.  Ama korkarım ki, bu iyi yetişmiş hekimler de halen gönüllerinden geçeni uygulamak şansını bulamadıkları için üzgündürler.
Nusret Hoca, uzun yıllar Türk Tabipler Birliği bünyesinde görev alarak sağlık konusundaki inançlarını yapabilmek için çırpındı durdu.  Bendeniz, ilimiz tabip odasının temsilcisi olarak katıldığım toplantıların hemen hepsinde kendisini görerek elini öpmek ve yeni fikirlerinden yararlanmak şansını bulmuştum.  Sağlığı iyice bozulmasına karşın, oğullarının itelediği tekerlekli sandalye ile nice toplantılara katılmıştı.
1990 yılında O’nu ebediyete uğurladık.
Türk Tabipler Birliği, kendisinin öğretisini ve hizmetlerini yadsımayarak her yıl ölüm gününe rastlayan tarihte bir ödül vererek adını yaşatıyor; “Nusret Fişek Halk Sağlığı Hizmet Ödülü”. Bu yılın ödülü, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşe Yüksel’e verildi.  Bu vesile ile Ayşe Hoca’ya selamlar sunuyorum.
Genç kuşaklar ve hatta genç meslektaşlarımız Prof. Dr. Nusret Fişek adını bile bilmiyor olabilirler.  Ben de, öğrencilerinden bir tanesi olarak hiç olmazsa adını anarak, ilgi duyanlara anımsatmak istedim. Özellikle ülkemizde sıfırlandığı sanılan çocuk felci, kızamık, kabakulak, verem … gibi halk sağlığını ilgilendiren hastalıkların; Türk Tabipler Birliği yöneticilerinin ısrarlı uyarılarına karşın, Sağlık Bakanlığı’nın koruyucu hekimlik anlayışını unutması sonrası yeniden hortlamaya başladığı günler de,  değerli Hoca’yı rahmet ve saygı ile anmamız gerekir diye düşünenlerdenim!..
                                                                                                                      Erdal Akalın (13.11.2013) 
48.  Prof. Dr. Hilmi Sabuncu 05.11.2013 tarihinde İstanbul’da yaşamını yitirmiş. Cumhuriyet Üniversitesi (C.Ü.) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Akkurtun (izniyle aşağıya alıntıladığım) anma mesajından Hilmi Hoca’nın hekim ya da sağlıkçı değil, fizik mühendisi kökenli olduğunu öğreniyoruz. Hilmi Hoca'yla 1990'ların başında Hacettepe'de bir doçentlik sınavı jürisi kapısında birlikte bekleşirken tanışmıştım. Jürimizde ne çevre sağlıkçı (benim için önemliydi) ne de iş sağlıkçı (onun için önemliydi) hoca vardı. Yayınlarımızın da okunduğunu pek sanmıyorum. Hilmi Hoca benden sonra çağrılmıştı. Ben yayından döndürüldüm. Dönüş o dönüş; bir daha da dönmedim. O sınavda sanırım O da, ya yayından ya da sınavdan döndürülmüştü. Sonra da 2000 yılındaki cep telefonu baz istasyonları veya ışık ya da gürültü kirliliği konulu bir internet yazışması dışında yolumuz hiç kesişmedi. Beşikten iş sağlığı hocasıydı. Revaçta olmayan bir alanın ilklerindendi, herhalde ilk olmanın sancılarını çekmiştir. 65 yaş, doğduğu yıllar için beklenen, ama bir halk sağlıkçısı ölümü için erken yaştır zira.
Ne var ki cenaze töreninde, "Bir hocayı en çok ayırt ettiren şey yetiştirdiği hocanın çokluğudur. Bu hocamız, hocaları yetiştirmiş bir kimseydi." şeklinde konuşan, çalıştığı son üniversitenin rektörü Nevzat Tarhan'ın cümlelerindeki Hilmi Hoca'nın yetiştirdiği hocalar onu Nusret Fişek ödüllerine aday göstermemişlerdi (ki ödül geçmişinde ne hizmet ne de bilim ödülüne layık görülmemişti) (bkz. http://www.haberler.com/prof-dr-hilmi-sabuncu-son-yolculuguna-ugurlaniyor-5268154-haberi/).
Ailesine ve camiamıza başsağlığı ve sabır dilerim.
“Hocamızın ölümünü ben de üzüntüyle öğrendim.  Hilmi Sabuncu hocayla 1-2 defa değişik vesilelerle aynı ortamlarda bulundum, ancak hiç tanıştığımızı anımsamıyorum.  Grupta yapılan yorumlar ve düşüncelerin bir kısmını okuyunca hele -Tıp Dr./Hekim- ifadelerini görünce ben mi yanılıyorum acaba diye ufak bir araştırma yapma gereksinimi duydum.  Hilmi Hoca tıp kökenli değildi, Fizik mühendisiydi.  Zaman zaman bu ortamda ülkemizdeki durumu irdelediğim raporlarda da ifade ettiğim ilk 4 meslek hastalıkları uzmanından biri olan Turhan Akbulut Hoca ülkemizde -iş güvenliği- endüstri hijyenisti- yetiştirmek için İst. Ünv. Halk Sağlığı A.D.’da açtığı yüksek lisans ve doktora eğitimine alır.  Yani hocamızın doktorluğu, hekimlik şeklinde olmayıp doktora eğitiminden gelen bir doktorluktur.  Keşke Turhan Hocanın amaçladığı doğrultuda bu ülkede çok eksik olan bir alan açılmış olsaydı; iş güvenliği alanı o dönemlerde kurumsallaşabilseydi; Hilmi hoca her yerde İş Güvenliği alanı ile İş Sağlığı- Meslek Hastalıkları  alanlarını harmanlayıp; mastır-doktora programları ile saç ile samanı birbirine katıp bu ülkede meslek hastalıklarının üstünü örttüğünün farkına varabilseydi… Bu gün eminim bizim ülkemizde de ‘çalışan sağlığı ve güvenliği’ alanı bu halde olmazdı; bizim ülkemizde de üniversitelerde meslek hastalıkları klinikleri olurdu; hatta çalışma yaşamında endüstri hijyenistleri de olurdu.  Dahası eminim çalışma yaşamının birinci basamak alanı sertifikasyonlarla değil de adam gibi bir uzmanlık alanınca sahiplenilirdi.  Hatta çalışma yaşamının hekimlik boyutu hiçbir etkisi-yetkisi olmayan bir bakanlığın elinde bıraktırılıp; bu alanda emek veren hekimler (bir tanesi de bu gün çıkan) ucube yasal ağlarla, şamar oğlanına çevrilmezdi… 
Bunları söylediğim, yazdığım için; ölümün arkasından hep iyi şeyler söylenir kültürümüze aykırı davranmak zorunda kaldığım için çok üzgünüm.  Ancak Hoca hakkında inceleme yaparken birkaç sunumunda hep kullandığı;  kendisine ait olan “Yapılacak Doğruların/ En Büyük Engeli Yapılan Yanlışlardır/  Prof. Dr. H. Hilmi Sabuncu” sözünü bu ortamda anımsatıp en azından bizlerin geleceğe doğru şeyler taşıma sorumluluğumuzu hocanın bize anımsattığını gördüm…
Hilmi Sabuncu Hocanın anısı önünde saygıyla eğilirim…” Dr. İbrahim AKKURT.
49.  Halk sağlığı kitapları telif mi olmalı, çeviri mi? Çeviri ise hangi kitaplar? Yıllar önce genel kurul yeter üye sayısını (16) bir türlü toplayamayan bir HASUDER seçimli kongresine Osmaniye’den gelip katılmıştım. O toplantıdaki 8 adet hocamıza bu soruyu isimsiz kâğıt üzerinde anketvari sormuştum. Yarısı “çeviri” demiş, ama kitap ismi vermemiş; yarısı da telif (bizim yazdığımız) olmalı cevabını vermişti. Siz ne dersiniz? Türkçeye çevrilmiş kaç, telif yazılmış kaç halk sağlığı kitabı biliyorsunuz; topu topu? Ben yanıtımı sonra yazacağım.
50.  İktisat tarihçisi Angus Maddison’a göre,  Hz. İsa doğduğunda ortalama yaşam süreleri 24 yıl olan  230,8 milyon insandan oluşan dünyanın ortalama kişi başına düşen gelir 444 dolarmış (bkz. http://www.taraf.com.tr/suleyman-yasar/makale-hz-isa-dogdugunda-fert-basina-gelir-444-dolardi.htm). Hz. Muhammet doğduğunda da ortalama yaşam süresi 24 yıl olan dünyanın ortalama kişi başına uluslararası geliri acaba kaç dolardı?  Ve Mustafa Kemal ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyetini kurdukları yıl bu bilgiler nasıldı? Bizim Angus Maddisonlarımız nerede?

03.12.2013 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder