25 Aralık 2015 Cuma

POPÜLİZMİN BİR ÖRNEĞİ: OBEZİTEYİ ÖNLEMEK İÇİN BİSİKLET DAĞITMAK?
Umur Gürsoy, Halk Sağlığı Uzmanı
"Şehir İçi Yollarda Bisiklet Yolları, Bisiklet İstasyonları ve Bisiklet Park Yerleri Tasarımına ve Yapımına Dair Yönetmelik", Resmi Gazetede yayınlanarak 03.11.2015 tarihinde yürürlüğe girdi. Politik ve yönetimsel kararlar da resimdeki üç-beş-yedi yanlışın bulunması temeline dayanan resimli bulmacalara benzer. Çevre ve sağlık konularında akılcı, çok alanlı bilime saygılı; toplumun bütün çıkar gruplarını karar alma düzeneklerine katan (demokratik) yönetimsel kararlar, daha az hatalı olur.
Türk Dil Kurumu (TDK) obezlik(ğ)i (obezite) “aşırı şişmanlık”; popülizm’i ise: “1. Politik durumu dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla yapılan politika; 2. Halk yardakçılığı” olarak tanımlıyor. Konumuza hangi popülizm tanım uyar; siz karar verin.
Her ne kadar ihtiyacından fazla kalorili besin tüketmeye ve hareketsizliğe bağlansa da şişmanlığın genetik nedenleri de vardır. “Yapılan çalışmalar şişmanlık oluşumunda kalıtım veya genetik faktörlerin % 25-40 oranında rol oynadığını göstermiştir.”.(1) Sigara içenlerin ve obezlerin ‘daha az yaşadıkları’ için “kısa dönemde sağlık maliyetleri yüksek olsa da uzun dönemde sağlıklı insanlara göre daha az sağlık maliyetine yol açtıklarını” gösteren bir araştırmaya göre “Hollanda sağlık sistemi, her obez kişi başına erken ölüm nedeni ile 50.000 USD (2007) tasarruf etmektedir.”.(1) Bu nedenle şişmanlık iktidarların işine gelebilir, ancak obezliğin yol açtığı hastalıklar (kas-iskelet, eklem ve kalp-beyin damarı hastalıkları, yüksek kan basıncı, ileri yaşta görülen şeker hastalığı, kanser vb.) nedeniyle sağlıksız ve verimsiz bireyler sağlık dışı toplumsal maliyet artışlarına da yol açarlar. Bu nedenle iktidarlar aşırı şişmanlık ile savaşmak isterler.
Sağlık Bakan(lığ)ının (SB) açıklamasından halen %33’ler mertebesinde olan normal kiloluların oranının yüzde 50'lilerin üzerine çıkartılmak” istendiğini; … toplumun teşvik edilmesi için belediyelere her bir metrelik bisiklet yolu için bir; toplam 1 milyon bisiklet dağıtılacağını;… Kampüste bisiklet alanı oluşturan üniversitelerin de projeye dahil edileceğini; … belediyelerden bu konuda çok talep geldiğini ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığının onaylı projesiyle gelen başvuruların sayısının az olduğunu”; anlıyoruz.(2) SB’nın bisiklet dağıtımı için bildiğimiz tek ölçütü; ‘belediyeler veya üniversitelerce yapılacak nitelikli bisiklet yolunun her bir metresi başına’lık ve 2015-2018 yıllarında seçmeli spor ve fiziki etkinlik dersini açan’ veya ‘Bisiklet Modülü’ dersini uygulayan okulların 5., 6. ve 7. sınıf öğrencisi olmak’tır. SB’nın dağıtacağı bir milyon bisikletin karşılığı bin km bisiklet yoludur.(3,4)
Bisiklet yollarının artışı ve trafik kazalarının azaltılması, uzunca bir zaman önce (1999) taslak dokümanı üniversite halk sağlığı anabilim dallarına da görüş almak için yollandığı halde hâlâ nihai dokümanı yayınlanmayan SB Çevre Sağlığı Eylem Planı’nın içindeki, ancak ‘obezliğin’ değil, ‘trafik kazalarının’ ve ‘hava kirliliğinin azaltılmasının’ bir hedefi idi.(5,6) Hedeflerde konulan artış oranlarına izleyebilmek için ‘halen var olan’ı (yani ‘payda’yı) bilmek gerekir. Bisiklet sayımız, bisiklet yollarımızın uzunluğu; ulaşım amaçlı bisikletlilerin yolcu-km* (7) uzunluğu ve bisikletli ulaşımın yolcu-km/yıl oranı hakkında ülke genelini temsil eden hiçbir istatistiğe sahip değiliz. Türkiye İstatistik Kurumuna (TÜİK) göre, 2014 yılı için devlet, il ve otoyollarımızda karayolu motorlu taşımacılığına dayalı toplam 276.073.000 milyon yolcu-kilometresi (kişi başına yaklaşık 0,28 km) yapılmıştır. Bu veride şehir içi yolcu-km verileri yoktur. 2006-2007 yıllarında yapılan İstanbul il idari sınırları ve İzmit-Gebze ilçesini kapsayan, 90 bin hanedeki %80 cevaplanma oranıyla 263.768 birey görüşmesine ve 360 bin yolculuk sayısına sahip bir hane halkı araştırmasına göre,  İstanbul ve Gebze’de yolculukların % 49’u yaya, %2’si deniz, %1’i de demiryolu ile ve toplamın % 70’i de toplu taşıma araçları ile yapılmaktadır. İstanbul ve Gebze’de “…tüm yolculuklar içerisinde bisiklet ulaşımının oranı sadece %0,05’te kalmaktadır.”.(8,9) İstanbul Bisiklet ve Yaya Yolları Projesine göre 2023 yılına kadar İstanbul’da 1004 km bisiklet ve yaya yolunun yapılması tasarlanıyor, ama bu uzunluğun ne kadarının bisikletlilere ait olacağı anlaşılmıyor.(10) Resmi olmayan bir kaynağa göre (2013), Türkiye’de bisiklet sayısı 30 milyon adettir.(11) Bunların kaçının ulaşımda kullanıldığını; kaçının eğlence ve spor amaçlı, kaçının ise çocuk-erişkin tipi olduğunu bilmiyoruz.
Bisiklet Dağıtmadan Önce ‘ICD-10 Hastalık ve Ölümün Dış Sebepleri Kodlarını ve İlgili Tanımlamalar’ı ve Yol Durumunu Bilmek Gerekir
Trafik Kazaları Yardım Vakfı Başkanı Prof. Dr. Rıdvan Ege’nin açıklamalarına göre (2003), son 42 yılda ülkemizde karayolu uzunluğu 2,3 kat artarken sürücü sayısı 70 kat; motorlu araç sayısı ise 77 kat artmıştı.(5) TÜİK’in yeni açıklama ve verilerine göre 2013 yılı verilerine göre Türkiye’de il ve devlet yolu uzunlukları 2008 yılına göre %2,4 arttı.(12) 2008’e göre 2013’de ise motorlu taşıtlar %30,3, sürücüler %38,1; toplam kazalar %27,1 oranında arttı. 2014 verilerine göre trafik kazasına bağlı ölümlerin %35,3’ü; buna karşılık yaralanmaların % 67,2’si kent içi yollarda olmaktadır. 2008’den 2013’e kent içi ölümlerde %13,3’lük bir azalma; buna karşılık trafik kazasına bağlı yaralanmalarda %72,6’lık artış olmuştur.**(13) Kent merkezlerinde yeterli olmayan otopark ve garajlar yüzünden kaldırım, yol kenarı, sokak, cadde ve bisiklet yollarının motorlu taşıtlarca işgali her yıl artarak devam etmektedir.(5) TÜİK’e göre, 2015 Eylül ayı sonu itibarıyla kırsal alanda olduğunu var saydığımız traktörler hariç; Türkiye’de, büyük çoğunluğu il ve ilçe merkezlerinde ve büyükşehirlerde bulunan 18.044.471 motorlu araç vardır. Ortalama büyüklükte bir araba gece ve gündüz ayrı ayrı olmak üzere için 6-12 m2’lik (ort. 9 m2) park yerine gereksinir. Otomobiller ve onun yollar, otoparklar, benzin istasyonları vb. gibi ikincil etkilerinin belirlediği gündelik yaşam, kentlerdeki çoğu kamunun malı ve kullanımında olan kentsel alanların ve arazileri, büyük bir çoğunluğu yaya ve çocuk olan kesimin aleyhine işgal eder. Bir araba, sürüş veya otopark dışı park durumunda (ki ülkemiz de bu, kent merkezlerinde yaya kaldırımlarını da kapsar) tampon tampona gidiş veya duruş halinde ortalama beş metrelik karayolu şeridini kaplar.(5) Bu işgal 2015 Eylül ayı otomobil sayımıza göre toplamda 90.222 km’dir. İnsanların yaşadığı ve bisiklete bindiği en önemli alan olan şehir içi yolların ve parkların sorumluluğu belediyelere ait olup kent içi yol uzunluğu ile ilgili Türkiye’yi temsil eden bir istatistiğe internet kaynaklarında rastlayamadık. Varsa; il, il, tek tek, araştırılması gerekmektedir. Bir örnek vermek gerekirse traktör hariç motosiklet dâhil 2015 Eylül itibarıyla İstanbul’daki 3.551.784 adet motorlu taşıt; sürüş veya otopark dışı park durumunda İstanbul Büyükşehir Belediyesinin sorumlu olduğu 29.702 Km’lik (2010) kent içi yol uzunluğunun yaklaşık % 60’ını işgal eder (17.759 km).(8) Bir başka resmi açıklamaya göre yaşadığım kent Osmaniye’nin merkez ilçesinde kazalara karışan araç cinslerinin %50’ sinin bisiklet, elektrikli bisiklet ve motosiklet”tir.(14)
Resmi olmayan bir kaynağa göre Türkiye’de 2012 yılında bisikletlilerin karıştığı 5.254 tane kaza da 41 kişi” ölmüştür.(15) Türkiye’nin hastalık nedenlerine göre nitelikli istatistikleri, dolayısıyla TÜİK kazaları ve Uluslararası Hastalık Sınıflandırmaları-10 (ICD-10) ‘kod’larına ve ‘taşıma kazalarıyla ilgili tanımlamalar’ına göre ‘Hastalık ve ölümün dış sebepleri: V01-V99 Taşıma kazaları’ istatistikleri hâlâ ulaşılabilir değildir.(16,17) Bu yüzden trafik kazasına karışan, ölümlü veya yaralanmalı bisiklet kazalarını ve nedenlerini derinlemesine inceleyemiyoruz. Bisiklet gruplarının gönüllü çabaları ile topladıklarını başlangıç alarak tarafımdan ve basın haberlerinden yapılan internet taramalarına göre Türkiye’de bisikletlilerin karıştığı trafik kazalarında 2014 yılında 30; 2015 yılında kasım ayı sonuna kadar da 61 bisikletli ölümü gerçekleşmiştir. Artış iki kattır. Bu incelemeye göre, trafikte bisikletli ölümlerinin 2014’de % 16,7’si, iki katından fazlasıyla 2015’de ise %36,1’i 15 yaş ve altında gerçekleşmiştir.(18,19) Ülkemizdeki bisikletli ulaşımın azlığı nedeniyle bütün bisiklet yolculuklarının; özelde de çocuk yaş grubunun yolcu-km oranları çok küçük olduğu için bisiklet yolculukları sırasında oluşan trafik kazası ölümleri motorlu taşıt kazası ölümlerine göre çok fazladır. Bisiklet, Türkiye’de Avrupa’ya göre daha tehlikeli bir ulaşım aracıdır.
Sonuç olarak obezliğin çarelerinden birisi de hareket etmektir, ama insanların bisiklete binecek ve yürüyecek güvenli yaya ve gezinti yollarının olmadığı şehirlerde bisiklete binmek çok tehlikelidir. Türkiye’de bisiklet dağıtmak; denetlenmesi zor ve tehlikeli bir obezlik savaşımı yoludur. Bunun yerine daha tehlikesiz ve kolay olanı; sokakların sağ şeritlerindeki ve kaldırımlarındaki otomobil işgallerine son verecek çevre sağlığı eylem plan ve politikalarını yaşama geçirerek bütün yollarımızı yayalar ve bisikletlilerimiz için güvenli hale getirmektir.
Kaynakça:
3.       Sağlık Bakanlığı Tarafından Bisiklet Desteği Sağlanacak Belediyeler İçin Bisiklet Yolu Kriterleri. http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-40076/saglik-bakanligi-tarafindan-bisiklet-destegi-saglanacak-.html?vurgu=bisiklet
4.       Sağlık Bakanlığından öğrencilere bisiklet müjdesi. http://www.basaksehirport.com/saglik-bakanligindan-ogrencileri-bisiklet-mujdesi-37459.html
5.       Gürsoy U. Enerjide Toplumsal Maliyet ve Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları. https://www.ttb.org.tr/kutuphane/enerji.pdf
6.       Çevre Sağlığı Ulusal Eylem Planı. Yayınlanmamış taslak belge. Sağlık Bakanlığı: 01.12.1999.
7.       Ulaşım Ölçü Birimleri. https://en.wikipedia.org/wiki/Units_of_transportation_measurement
8.       İstanbul Büyükşehir Belediyesi.  İstanbul Metropoliten Alanı Kentsel Ulaşım Ana Planı (İUAP). Mayıs 2011. http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/kurumsal/Birimler/ulasimPlanlama/Documents/%C4%B0UAP_Ana_Raporu.pdf.
10.    Bisiklet ve Yaya Yolları Projeleri. (bağlantı açılmaz ise google’da bu isimle arama yapınız). www.ibb.gov.tr/_.../download.aspx?...Bisiklet%20ve%20Yaya%20Yollar...
11.    Erli TY. Bisiklet, çevre ve sağlığa 100 milyar $ katkı sağlıyor. http://www.dunya.com/spor/bisiklet-cevre-ve-sagliga-100-milyar-katki-sagliyor-190142h.htm
15.    Manisada “Bisikletli Ölümler Dur!sun” Eylemi. http://www.bisiklethaber.com/2013/08/manisada-bisikletli-olumler-dursun-eylemi/
16.    TÜİK. Motorlu Kara Taşıtları İstatistikleri-2013. file:///C:/Users/User/Downloads/-5266616783049227361..pdf
17.    Hastalık ve ölümün dış sebepleri (V01-Y98). http://www.istanbulsaglik.gov.tr/w/sb/bisi/verigiris/icd/20aciklama.pdf  
18.    Trafik Kazalarında Kaybettiğimiz Bisikletli Dostlarımız. http://www.bisikletforum.com/konu/trafik-kazalarinda-kaybettigimiz-bisikletli-dostlarimiz.111556/
19.    Deniz Kırımsoy ve arkadaşlarının paylaşımları. Bisiklet Kazalarını Önleme Platformu. https://www.facebook.com/groups/bisikletlilertrafikte/




*Bir yolcunun bir taşıtla gittiği kilometre cinsinden ortalama uzaklık miktarı, yolcu-km (passenger-km-pkm).
** Hesaplamalar TÜİK. Karayolu Trafik Kaza İstatistikleri-2014 verilerinden tarafımızdan yapılmıştır.

9 Temmuz 2015 Perşembe

ORUÇ SAĞLIK İÇİN BİR RİSK ETKENİ Mİ?
Umur Gürsoy
Ölüm orucu bozar mı?
Metin Üstündağ
Her Ramazan ayında, çoğu yerde lokanta, kahvehane vb. sahiplerinin özgür iradeleri ile gündüzleri bir ay kapanır; resmi kurum yemekhanelerinde (valilik, üniversite vb.) kaç çalışanın yemek yiyeceğini soran bir yoklama yapılmaksızın öğle yemeği hizmeti Ramazan süresinde kesilir. Devlet dairelerinde iş verimsizliği had safhaya varır; oruç tutan memurların çoğunun çeşitli yerlerde veya masa başında uyumalarına veya işe geç (ya da nöbetleşe) gelip erken gidişlerine karşı yönetimsel bir hoşgörü oluşur. Özel fabrikaların yemekhanelerinde ise Ramazanda yemek çıkmasına (iş veriminin düşmemesi için) işverenlerin pek karışmadığı anlaşılıyor.1, 2
2013 yılın 6 Ağustosunda, Ramazanın son günü (Arife), Verem Savaş Dispanserine izleme için çağrılan ve zaman zaman baygınlık geçirme ve nefesi daralma yakınmaları olan 24 yaşındaki erkek hastaya altı gün önce akciğer tüberkülozu tanısı konmuş ve tedaviye başlanmıştı. İşsiz ve imam nikâhlı olan hasta, kansız ve ileri derecede zayıftı. Kendisinin ve eşinin yeşil kartı olmayan hasta oruç tutuyormuş. Tansiyonunu ölçtük; düşük çıktı. Yakınmalarının, aldığı ilaçların (İzoniyazid, Rifampisin, Pirazinamid ve Etambutol) etkilerini ağırlaştıran sıcak aylarda ve sıcak bir bölgede (Çukurova) tuttuğu oruca bağlı olduğunu ve oruç tutmaması gerektiğini söyledik.
Bu yıl oruç tutan 45 yaşındaki bir yakınım öğleden sonra susuzluğu başladıktan sonra baldırlarında ve kasığında şiddetli ağrılar olduğunu söyledi. Ağrılar oruç tutmadığında veya oruçlu iken almasını söylediğim tek doz 100 mg aspirin içince geçiyor. Benim tanım: Kanın oruç (susuzluk) nedenli koyulaşmasına bağlı baldır kaslarındaki kılcal damarlarda mini tıkanıklıklar ve dokulara az oksijen gitmesi. Yakınımın bu öyküyü anlattığı bir başka hekim arkadaşı da beni doğrulayarak, oruç tutan genç bir hekimin de yakında kalp krizi geçirdiğini söylemiş.
Aklıma Selçuk Altun’un, Metin Üstündağ’ın “Hasar Tespit Çalışmaları” kitabından yaptığı: “Aklımda son bir soru italik: ÖLÜM ORUCU BOZAR MI?” ile “Yurtta sus cihanda sus.” ve k. İskender’in “Rahibinden Satılık Kilise” isimli kitabından yaptığı: “Gerçeği söyleyin: Hayatta mıyım doktor?” kelâm-ı kibarları (aforizma-özdeyiş) geldi.3
Bir ay (hicrî) takvimi ayı olan Ramazan, güneş (miladî) takvimine göre her yıl mevsimler arasında gezinir; belirli bir mevsimin ayı olmaz; her yıl, yaklaşık 11,5 gün daha erkene ve geçmiş mevsime doğru her 9 yılda bir önceki mevsime kayar.4 Bu durumda Müslümanlar bu yıl (2015) ve sonraki en az 4 yıl daha uzun ve sıcak yaz günlerinde (temmuz ve haziran) oruç tutulacaklardır. Örneğin, 18 Haziranda başlayan 2015 yılının ilk orucu ise Ankaralılar için 30 gün boyunca neredeyse hiç azalmadan 17 saat 13 dakika sürecek.5
Oysa, günümüz hekimlik biliminde sağlıklı besi düzeni için erişkinlerde yemek araları yaklaşık 5 saatlik üç temel öğün ve aralarında ara öğünler olarak düzenlenir ve sabah kahvaltısı başta olmak üzere öğün atlanmaması; sık ve az yenmesi öğütlenir. Bunun aksini yapanlar kısa ya da uzun dönemde kişiden kişiye değişen, başta sağlıklarında olmak üzere işlerindeki ve eğitimdeki vb. verimlilik düşüşleri, hastalıklı ve yeti yitimli (yaş ve işlerine göre kendilerinden beklenen yaşamsal iş ve olaylarda verimsiz) günler yaşarlar. Bunlara bağlı nedenlerle entelektüel ve sosyal yaşamlarında zorluklar ve ölçülebilir ekonomik zararlara neden olurlar. 30 gün süren Ramazan orucunun sağlığımıza ve sosyal yaşama olası olumlu ve olumsuz etkileri olmakla birlikte olumlu ve olumsuz etkilerin karşılaştırmalı bilimsel kanıtları araştırılmadığı için henüz yoktur.6,7
Toplum, sağlıkta risk grupları bakışıyla erkek ve kadınlardan, çocuk ve erişkinlerden; genç ve yaşlılardan, hastalar ve sağlamlardan ve de çalışan ve çalışmayanlardan; çalışanlar da az tehlikeli, tehlikeli ve çok tehlikeli işlerde çalışanlardan oluşur. Kimi işler vardiyalıdır ve kimi vardiyalar ve işler 12 saati aşar veya gece saatlerinde geçer. Kimi işler bürolarda, kimisi de yüksek sıcak veya çok soğuk ortamlarda, yer üstünden çok yükseklerde veya yer altının çok derinlerinde; farklı kalori gereksinimleri ile yapılır. Beyin gücü kullanımı yoğun, beyaz yakalı dediğimiz meslek üyelerinde (öğretmen, hekim, bilim insanı, mühendis, devlet adamı vb.) bütün işler gibi (entelektüel) üretimin niteliği, niceliği ve süresi açlıkla çok ilişkilidir. Yani toplumlarda iş bölümü ve çalışma yaşamı, orucun farz kılındığı M.S. 600’lü yıllardaki iş ve meslek sayısından çok daha fazla ve çeşitlidir.
Sağlığı etkileyen etkenler: A- Bünyesel B- Çevresel Etmenler olarak ikiye ayrılır:8 Yaş, Cins, Geçirilmiş hastalıklar, Ruhsal durum, Hareketlilik düzeyi, Beslenme düzeyi, Anne karnında karşılaşılan etkenler ve kalıtsal etkenler bünyesel etkenlerdir. Kalıtsal ve genetik olanlarla anne karnındaki etkilenmeler dışındaki bünyesel etmenler, kişinin günlük iş, yorgunluk ve iyilik durumundaki dengesi; çalışma kapasitesi; sağlık ve rahatlığını etkileyen birbirine geçmiş bir takım etmenlere bağlıdır. Dış Çevresel Etmenlerden Etkilenme Düzeyinin Kişiye Bağlı Değişkenleri diye adlandırabileceğimiz bu özellikler üç grupta incelenir.9 Oruç, bu değişkenlerden özellikle Beynin çalışma durumunu (Doğallığı, yoğunluğu, özel duygular ve olaylar karşısındaki beyinsel duruş-bakış açısı); Kasların çalışma durumunu (Kas çalışmasının enerji harcama, dinlenme ve hareket halindeki bileşenleri; hafif, orta ve ağır işler ve duruş değişiklikleri); İşin zamansal özelliklerini (İşin sürekliliği (devamlı mı, aralıklı mı); çalışmanın hızı ve ritmi; işin güne ve haftaya yayılışı; dinlenme aralığı ve süresi; çevre değişikliği hızı ve çevre faktörlerine karşılaşma süresi; uyku süresi); ve Kişinin Bireysel özelliklerini (yaş, cins, fiziksel durum; sağlık durumu, diyet dengesi ve enerji alımı; alışkanlıkları; çevre değişikliklerine uyumu; ekonomik durumu ve uyku durumu) doğrudan veya dolaylı olarak etkiler.
Bütün hastalıklar ve kazalar için de geçerli olduğu gibi şeker hastalarının, böbrek hastalarının ve kalp hastalarının ve yaşlıların oruç tutmaları kendi sorunları ve kişisel tercihleri olduğu kadar toplumun sağlık bütçesine zarar veren ve sigarada olduğu gibi keyfe bırakılamayacak kadar denetlenmesi gereken bir toplumsal maliyet yaratabilir. Bu durum (hasta iken oruç tutarak hastalığının ilerlemesi ya da dikkat dağınıklığı ve sinirlilik vb. sonucu yapılan trafik ve iş kazalarından doğan can ve mal kayıpları vb. nedeniyle) sigorta sisteminde sağlamların ve oruç tutmayanların ödediği payların tükenmesine neden olur. Zira uzun süre (Oruç tutanlarda olduğu gibi ortalama 17 saatten fazla) aç ve susuz kalanlarda şeker düşmesi (hipoglisemi) ve kan basıncı düşmesi (Hipotansiyon) ya da kan basıncı yükselmesi (hipertansiyon) ve de sıcaklık hastalıklarına (sıcaklık stresi, sıcaklık çarpması ve sıcaklık şoku) bağlı olarak çeşitli bedensel ve fiziksel hastalıkların, hastaların kullandığı ilaçların etki ve yan etkilerinin ve düşen dikkat ve performans nedeniyle oluşan kazaların şiddeti bireyin kişisel, yer ve zamana bağlı özelliklerine bağlı olarak artar; var olanlar şiddetlenebilir.10
Ülkemizin bugünkü bilimsel ve resmi istatistiksel altyapısı Ramazan orucunun sağlık ve sosyal yaşama olası olumlu ve olumsuz etkilerini (örn. Ramazanda oruç tutanlarda ölüm ve hastalık oranlarında, iş ve trafik kazalarında, iş veriminde vb. artış veya azalışı; oruç tutanların tutmayanlara göre beklenen yaşam ve yeti yitimlilik sürelerindeki artış veya azalmaları ve bunların hastalık yüklerini vb.) tam olarak hesaplamaya ve araştırmaya uygun değildir. Eğer bu etkiler toplumsal olarak hesaplanabilseydi, tıpkı kimi batı ülkelerinde bankacılık gibi kimi sektörlerde sigara içenlere yapılmaya başlandığı gibi her halde işverenler çalışanlarının oruç tutmasını istemeyebilirler; oruç tutan işçilere iş güvenliğini bozdukları için ya da sporculara performansları düştüğü için kimi yaptırımlar getirebilirlerdi.11
Ama asıl önemli olan, toplumdaki herkesi kendisi gibi Müslüman ve Sünni; oruçlu, sağlıklı ve çoğunlukta olduğunu kanıtsız zanneden bir toplum kesiminin; oranı nüfus artışına bağlı olarak artan ve çeşitli nedenlerle (sünni olmayan turistler (yılda yaklaşık 4 milyon kişi) dışındaki oruç tutamayacak kadar hasta olanlar, gayrimüslimler, Aleviler, dini nedenlerle oruçtan muaf olan çocuklarımız ve adet görme dönemdeki kadınlarımız) nüfusun oruç tutmayan en az yaklaşık % 40’lık bir kesimine kendi tekçi dini ritüellerinden birisini toplumsal maliyeti pahasına dayatması ve henüz kimse hesaplamasa da olası toplumsal maliyetlerini tüm ülkeye (her iki kesime de) ödetmesidir.11
Kaynakça
  1. Ramazanın ilk günü çalışanın oruç tutma oranı %32'ye geriledi. Wall Street Journal Gazetesi’nin 11.07.2013 tarihli Türkçe internet Gazetesi. http://www.wsj.com.tr/article/SB10001424127887323740804578599050527319888.html.
  2. Özkök, E., “Doğan Grubu'nun yüzde kaçı oruç tutuyor?”, 13.07.2013 tarihli Hürriyet Gazetesi, http://www.haberarz.com/medya/dogan-grubunun-yuzde-kaci-oruc-tutuyor-h21995.html.
3.      Gürsoy U. Halk sağlığı için…008. http://hsicinhakemsiz.blogspot.com.tr/2013/08/halk-sagligi-icin-008.html.
  1. Ramazan. http://tr.wikipedia.org/wiki/Ramazan.
8.      Toplum Hekimliği (Halk Sağlığı) Dersleri. Dirican, R., Hatipoğlu Yayınları, 1990.
9.      Hobson W, ed. The Theory and Practice of Public Health, 5th ed. Oxford: Oxford University Press,1979.
  1. Gürsoy U. Enerjide Toplumsal Maliyet ve Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları. Ankara: Türk Tabipleri Birliği;2004.
  2. “Fenerbahçe'de 'oruç' krizi”, http://www.turkiyegazetesi.com.tr/spor/18472.aspx.
12.  Halk sağlığı için.. 007 (Ramazan Özel). http://hsicinhakemsiz.blogspot.com.tr/2013_07_01_archive.html.

Not: Temmuz 2015 tarihinde Halkın sağlığı.org sitesinde yayınlanmıştır. Site yayınına son verince buraya taşıdım.

1 Temmuz 2015 Çarşamba

İL/İLÇE HIFZISSIHHA MECLİSLERİNİN GÖREVİ: SICAK HAVALAR ÖRNEĞİ
Dr. Umur Gürsoy
Çiçek hastalığının kökü kazındı, şimdi sıra kötü yönetimde.
Dr. D.A. Henderson
Bir arkadaşımın Adana’da vergi müfettişi olarak çalışan oğlu, öğle güneşinin kavurduğu işyerindeki elektrik tesisatının yükü kaldıramaması yüzünden iklimlendirme cihazlarının çalışmaması nedeniyle 4 gündür verimli çalışamadığından yakınıyormuş.
İletişim bilimci Prof. Dr. Ali Ergur'un 20-24 Ekim 2014 tarihlerinde Edirne’de yapılan 17. Ulusal Halk Sağlığı Kongresinde yaptığı açıklamalara göre, artık sürekli olağanüstü durumda yaşıyoruz. Çünkü bugün insanın ve toplumun yaşadığı hiçbir şey olağan değil. 18. Ulusal Halk Sağlığı Kongremizin ana konusu ise “Olağanüstü Durumlar ve Halk Sağlığı” olarak belirlerdi. Kongre 5-9 Ekim 2015 tarihleri arasında Konya’da yapılacak.
Önemli olan, hangi olağanüstü durumda ve durum hangi boyuta ulaştığında önlem almalıyız, buna karar vermek. Zorluk burada başlıyor. Çünkü önlem alma sınırı ve önlemlerin çeşidine karar vermek makro ve mikro düzeyde bir çevre politikası ve izin verilebilirlik standartları (ölçütleri)  oluşturmasını gerektiriyor. Yani devletin neyi olağanüstü durum kabul edip ne zaman, ne yapacağı, yani devlet etmek yol ve yöntemlerine devlet, kuvvetler ayrılığı ilkesine göre karar vermek ve sonra da yaşama geçirmekle görevli. Ne var ki teknik konularda bütün konularda politikalar ve mevzuat, bilim insanlarının raporları doğrultusunda, ama iktidardaki çıkar gruplarının çıkarları yönünde yapılıyor. Yıllar önce Hava Kirliliği Kontrolü yönetmeliği hazırlık komisyonlarına giren Mersin Üniversitesi’ndeki bir çevre mühendisliği bilim adamının bir toplantı arasında bana: “Hava Kirliliği limitlerimizi Avrupa sınırlarına çekseydik, bütün termik santrallarımızı kapatmamız gerekecekti” dediğini hiç unutmuyorum.
Olağanüstü durum çeşidinin çok arttığı ve oluşma aralıklarının çok sıklaştığı bir dönemde, devlet etme kurumlarının da (politika yapıcıların, uygulayıcıların ve denetleyicilerin yani yasama-yürütme ve yargının) bu hıza ve çokluğa ayak uydurması, uyarlaması gerek; ki bu bile bir devlet etme konusu (Neyi, neden, neyle,  nasıl, ne zaman ve kim vb.), ama her ince ve durum konusunda duruma özel mevzuat ve ölçüt oluşturulamayabilir. Oluşturulması durumun hızına yetişmeyebilir.
İşte sağlık ve özellikle çok sık (günlük, bazen anlık ve saatlik) değişen çevre sağlığındaki durumlar nedeniyle hızlı ve sık sık karar alınması, alınan kararların sürekli yeniden düzenlenmesi gereken ulusal, bölgesel ve yerel konularda devletin elinde böyle bir olanak var: Vilayetler ve kazalar Umumi Hıfzıssıhha Meclisleri (UHM) (İl/İlçe Genel Sağlığı Koruma Meclisleri).
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 23-28. Maddelerinde belirtilen özelliklere göre çalışan İl/İlçe UHM’lerin kararları bu yüzden kanun hükmündedir. Olağan olarak ayda bir kere; olağanüstü durumlarda (Ahvali fevkalâdede) valinin daveti veya halk sağlığı/sağlık müdürlüğünün talebi üzerine daha sık toplanan UHM’leri ve bölgenin sağlık durumlarını dikkate alarak şehir, kasaba ve köyler sağlık durumunu düzeltecek ve var olan sakıncaların giderilmesine yarayan önlemleri alırlar ve alınan önlemlerin yürütülmesine yardım ederler. UHM kararları valiler ve kaymakamlar tarafından yerine getirilir.1
Eskiden (70’li yıllarda) devlet işleri daha ciddi yürütülür ve teknik konulara küçük siyasetçilerin ve yerel yöneticilerin ikide birde karışamaması için sağlık müdürleri sanırım üçlü kararnameye benzeyen bir atamayla (Müsteşar, bakan ve başbakan) ve asil olarak atanırdı. Öyle olunca sağlık müdürü valinin memuru ve bir gecede görev yeri ve değiştirilebilen vekil olmadığı için yasadaki sağlık işlerinin hâkimi sağlık teşkilatı ve sağlıkçılar olur idi.
O zaman,  il/ilçede hava kirliliği, aşırı sıcaklar ve ramazan vb. nedeniyle hastalıklarda ve ölümlerde bir artış olup olmadığı rahatlıkla kaymakam ve valiye sunulur ve kimi zaman kış koşullarında alınan kimi önlemler (Gebe ve engelli çalışanların işe gelmemesi) vb. sıcak yaz günlerinde de alınabilirdi.
Her ne kadar günümüzde her yerde klimalı çözümler üretildiği söylense de Türkiye nüfusunun hangi yüzdesinin iklimlendirme koşullarına sahip olduğu ve günlük ölüm istatistikleri bilinmemektedir. Oysa, bütün kötü çevre koşulları gibi sıcak havalardan da en çok yoksullar, hastalar, doğurgan yaştaki kadınlar, yaşlılar ve çocuklarımız etkilenirler.
1960’lı yıllara gelen çocukluğumun radyo bültenlerinde haber okuyan tanıdık bir sesi, Temmuz ayı başında olsa gerek, tekrarlayan boğucu Çukurova sıcaklarında, usumda her yıl tekrar duyarım: “Adana Valiliğinden açıklanmıştır. Yaz mesaisi uygulamasına bu yıl da 01 Temmuz-31 Ağustos tarihleri arasında uygulanmaya başlanacaktır. Bu tarihler arasında resmi dairelerde mesai 07’de başlayacak olup, saat 14’.00’da sona erecektir. Halkımıza duyurulur.”
Küresel ısınma nedeniyle 2070’te Türkiye genelinde sıcaklıklar 6 derece kadar yükseleceği”, İstanbul’un hava sıcaklığının Adana gibi olacağı açıklanır, ama Adana ve Çukurova’nın sıcaklığının dünyanın neresi gibi olacağına kimse değinmez.2 Zira merkez medya için İstanbul, Türkiye demektir. Oysa Güney ve Güneydoğu illerimizin hava sıcaklığı da gelecek yıllarda bugünküne göre 3-4 derece daha fazla olacaktır. Örneğin, Temmuz ve Ağustos ayı uzun yıllar sıcaklık ortalamaları 28 derece olan Adana’da çöl sıcakları ile Temmuz 2015’te dahi gündüz saatlerinde gölgede 40’lı derecelere tırmanmıştır.3
Suudi Arabistan’da çalışan bir yurttaşımız, orada kamu kurumlarının ve işyerlerinin yazı aylarında gündüz kapılı olup, akşam açıldığını söylemişti. Benzer bir uygulamanın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de olduğu anlaşılıyor.4 Aynı uygulamaya 2007’de Türkiye’de de gidildiği anlaşılıyor. Ecevit hükümeti döneminde 2000’de de böyle bir uygulama olmuş ve bazı memurlar (engelliler, hamileler, kalp, tansiyon, astım, kanser gibi kronik sağlık sorunu olanlar) idari izinli sayılması için Sağlık Bakanlığı, valiliklere gönderdiği genelgede, illerdeki hava koşulları göz önünde bulundurularak gerekirse mesai şartlarının yeniden düzenlenmesini, çalışanların kanuni şartlar çerçevesinde izinli sayılmalarını önerilmiş, illerde uygulamayı valilere bırakmıştı.5 Zamanın Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Doç. Dr. Turan Buzgan, 4 yaşından küçük çocuklar, yalnız yaşayanlar, bakıma muhtaç olanların, gebelerin ve açık alanda çalışanların sıcaklıklardan özellikle korunmaları gerektiğini; sürekli ilaç kullananlar, bebekler, yaşlılar, hamileler, kronik hastalığı bulunanlar, alkol ve uyuşturucu madde bağımlısı olanların sıcaklar nedeniyle risk grubunda yer aldığını belirterek; aşırı sıcakların başta beyin olmak üzere çeşitli organlarda hasara neden olabileceği uyarısında bulunmuştu.
Bizde ancak terör saldırıları, trafik kazaları ve maden kazalarında vb. toplu ölüm kayıtları oluşuyor. Halk sağlığı ve uluslararası hastalık sınıflandırmalarında ölümlerin üç nedeni var: Temel-ara ve son neden. Şüphesiz aşırı sıcaklar ölümün temel nedeni olmasalar da ölümlerin son nedenlerine (hastalıklılığa ve ölümlülüğe) arttırıcı etki yaparlar ve yerelde hızla önlem alacak kararları gerektirirler.
Ama daha önce ilin ve ilçenin ölüm ve hastalıklarını günlük olarak yaşa ve cinse ve hastalık nedenine göre değerlendirecek bir kayıt sisteminiz ve ekibiniz olmalıdır. 2012 yılından beri Türkiye bütün il ilçe ve köylerinde ölüm ve ölüm nedeni istatistiğini günlük olarak toplamakta, ancak yerel düzeyde ve kamuya açık (şeffaf) olarak bil(e)memektedir. O halde Dünya Sağlık Örgütü Çiçek Hastalığı Küresel Eradikasyon Programı Eski Başkanı Henderson’un (87) söylediği gibi sıra “kötü yönetim”e geldi de geçiyor. 
Kaynaklar:
1. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu. 06.05.1930 tarihli ve 1489 nolu Resmi Gazete. http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/1489.pdf.

2. Küresel Isınmanın Türkiye'ye Etkileri, http://www.kuresel-isinma.org/bilgiler/item/197-kuresel-isinmanin-turkiyeye-etkileri.html.

3. Meteorolojiden 'Çöl Sıcakları' Uyarısı. 23 Temmuz 2015 Perşembe. http://www.haberler.com/meteorolojiden-col-sicaklari-uyarisi-7534238-haberi/.

5. 14 İlde, Sıcaklardan Dolayı Bazı Memurlar İdari İzinli Sayıldı. http://www.memurlar.net/haber/79874/

 

 Not: Temmuz 2015 tarihinde Halkın sağlığı.org sitesinde yayınlanmıştır. Site yayınına son verince buraya taşıdım.

26 Haziran 2015 Cuma

SAVCI BEY NEREDE HATA YAPTI?
Umur Gürsoy
Her hak helal değildir; her helal da hak değildir.
Alev Alatlı
Bazı bulgular, toplumun sağlığını ilgilendiren önemli göstergelerdir. Örneğin içme/havuz suyunun bir litresinde bulunan bir-iki insan dışkı mikrobu, o suya sağlam ya da hasta; insan dışkısının karıştığını gösterir. Sağlık hizmetlerindeki aksamayla ilgili bir başka gösterge ise mahkemelere artarak yansıyan davalar ve mahkemelerin kararlarıdır.
Gazetelerden öğrendiğimize göre halen Ordu’da çalışan 41 yaşında erkek bir cumhuriyet savcısı ile 29 yaşındaki öğretmen eşi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün yurttaşlarına sağladığı bir olanaktan yararlanmayarak doğumda yapılan Hepatit B (HB) hastalığına karşı koruma sağlayan aşıyı yeni doğmuş ikiz çocuklarına yaptırmayıp, devletin Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı ile davalık olmuşlar ve üstelik yerel mahkemede kendilerini haklı çıkarmışlardır. 2013 yılında Manyas’ta ve Uşak’ta iki ailenin çocuklarına zorunlu aşıyı yaptırmayışları üzerine Aile Sosyal Politikalar Bakanlığının aile hakkında açtığı davalar da “Aşı anayasal ve yasal bir zorunluluk değildir” savıyla Manyas Aile hukuk mahkemesince red edilmişti.
Savcı beyin ve diğer ailelerin yaptıkları önemli bir yurttaşlık hakkının çalıştırılması yönünden kutlanacak bir davranıştır. Sorun şu ki, biz işin içindekilerin iyi bildiği gibi, bilime inanmayanların son 13 yıllık iktidarını temsil eden eski başbakan Erdoğan’ın kendisine ve aile bireylerine domuz gribi aşısı yaptırmama kararı sonrasında, çocuklarına çeşitli nedenlerle aşı yaptırmak istemeyen aileler ve bu konuda açılan davalar artmıştır, ama bu sorun içinde cıva bileşiği olan aşıların yapıldığı bütün ülkelerde yaşanmıştır. ABD, bilimsel olarak gerektiren bir kanıt olmasa dahi sırf aşılama oranları düşmesin diye tek doz içeren HB aşılarının içindeki cıva bileşiğini (thiomersal) çıkartmış ve bütün dünya ülkeleri de bu yolu izlemişlerdir. Ancak halen, Haziran 2015 itibarıyla ülkemizde gerek 10 yaşın altındaki çocuklara uygulanan tek dozluk (0,5 ml’lik) pediatrik tip aşılarda gerekse 10 yaş üzeri ve erişkinlerde uygulanan tek dozluk (1,0 ml’lik) erişkin tipi HB aşılarında (Euvax B) % 0,01 w/v (birim hacimde ağırlık olarak) thiomersal bulunmaktadır.
Bizler biliyoruz ki en kötü mantık yürütme ile bile bireysel özgürlüklerin sınırı başkalarının özgürlüğü ile sınırlıdır. Hiçbir devlet yurttaşlarının kuduzdan kudurmasını, balgamında verem, dışkısında çocuk felci, kolera, tifo vb., öksürük damlacığında kızamık, boğmaca vb., kanında ise HB mikrobu taşımasını istemez. Bu nedenle özellikle aşı ile korunulan hastalıkları denetlemek, dizginlemek için özel önlemler alır. Bu nedenledir ki sahipsiz bir köpek tarafından ısırılan hiçbir yurttaşın kuduz aşısı olmama özgürlüğü olmadığı gibi hiçbir anne babanın da ne kendi çocuklarının sağlığı için ne de toplum sağlığı için çocuklarına devletin bilim kurullarınca önerilip yasalaşan zorunlu aşıları yaptırmama lüksü ve özgürlüğü yoktur. Devlet denen aygıtın yararlarından faydalanmak için onun getirdiği kimi külfetlere katlanmak; ‘kederde ve kıvançta ortak olma’nın koşuludur.
Nitekim bu konuda son sözü yine yüksek yargı koymuş ve Yargıtay, Aile Bakanlığını temyiz ettiği Uşak’daki davayı: “Çocuğun yasal temsilcileri uygulanacak aşı ile ilgili aydınlatıldıkları halde, hiçbir haklı gerekçe ileri sürmeksizin buna rıza göstermiyorlarsa, çocuğun menfaatine aykırı bu tavra hukuki sonuç bağlanamaz, çocuğun üstün yararına açıkça aykırı ise rıza aranmaz” gerekçesi ile bozmuştur.
Eğer doğumda gerekli aşılama uygulanmazsa, erişkin dönemde geçirilen akut HB enfeksiyonu sonrası kronikleşme %5-10; ama yenidoğanlarda olguların %70-90’ı kronik HB taşıyıcısı olur ve bu taşıyıcıların %30-50’sinde kronik karaciğer kanseri gelişir (bkz. http://www.istanbulsaglik.gov.tr/w/mev/mev_gen/temel_saglik/g_hep_b.pdf). Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre akciğer kanserinden sonra en çok ölüme yol açan kanser türü kabul edilen karaciğer kanserlerinin % 50’inden sorumlu olan HB hastalığından ve kötü bir kronik hastalık olan sirozdan ömür boyu korunmayı sağlayan HB aşısı ulusal programlara eklenmiştir.
A.B.D.’de 2002 yılından beri doğan milyonlarca yeni doğana yapılmakta olan HB aşısı, ülkemizde 1998 yılından beri bütün yeni doğanlara yapılmaktadır ve aşıya bağlı herhangi bir geridönüşümsüz zarar varlığı bilimsel olarak kanıtlanmamıştır (bkz. http://www.cshd.org.tr/?fullTextId=308#). Türkiye, 2015 yılı itibarıyla bütün çocuklarını, aşıyla korunulabilen 13 hastalığa (Verem, Hepatit B ve A, Difteri, Boğmaca, Tetanoz, Menenjit, Zatürre, Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak, Çocuk felci ve Su çiçeği) ve bütün gebelerini tetanoza aşılamaktadır. Gelelim savcı beyin ve eşinin yaptığı hataya:
Anadolu’da ıssız bir köy yolu bazen yön tabelası olmadan ikiye üçe çatallaşır; hangi yolun sizin için doğru olduğu sorun olur. Yanınızda deneyimli bir yolcu yoksa sorunla baş başa kalır, kendi yolunuzu kendi yön bulma yeteneğinize ve yol tariflerine göre bulmanız gerekir. Devletin deneyimli yolcularına, yol bulma ve yol gösterme kurumlarına güvenmeyen savcı bey ve öğretmen eşi de, bilimsel risk algılama çatallaşmalarına göre (bkz. Tablo 1) çocuklarına yapılmak istenen HB aşısının içindeki cıva bileşiğinin çocuklarda otizm riskini arttırdığı var sayımı ile hatalı bir algılama yapmışlardır. Bilimsel olarak kanıtlanmayan bir tehlike olasılığı (risk) korkusu ile bilinen, bilimsel olarak kanıtlanmış ve ilkinden çok daha yüksek bir riski (karaciğer kanseri ve siroz) ikiz çocukları adına kabul etmişlerdir.
Savcı bey ve eşinin doğru algıladığı konular:
-          Yürürlükteki aşı uygulaması ve aile hekimliği sistemi (hizmetin sağlık biriminde verilmesi, gezici hizmetin olmayışı) aşının bir zorunluluk olduğu algısı yaratmaktadır.
-          Her türlü insan uygulaması gibi aşı uygulamasının da bazı geri dönüşümsüz riskleri olabilir.
Savcı bey ve eşinin yanlış algıladığı konular:
-          Geri dönüşümsüz olduğu algılanan çok korkulan risk (otizm) uzun çaplı incelemeler ve araştırmalar sonucunda doğrulanamamıştır.
-          Aileni korkmadığı ya da atladığı riski ise (HB’ye bağlı siroz ve karaciğer kanserleri artışı) kanıtlanmıştır.
-          Aşı zorunluluğu toplumsal aklının gereğidir.
-          Aşının uygun seçeneği yani henüz ülkemizde cıvasız aşı yoktur.
-          Aşı olmak toplumsal bir risk yaratmaz.
-          Aşı olmak daha önce bilinmeyen ve çok korkulan bir risk değildir
-          Aşının risk altındaki bireylere görünür bir yararı vardır.
-          Aşının yararı zararından çok çok fazladır.
-          Savcı bey ve eşi iki çocuğunun risk bardağını engellenebilir bir risk ile erken yaşta doldurmaya başlamışlardır.

Savcı ve ailesini hiç istemeyeceği, bilinmeyen ve toplum sağlığını kaosa götürecek noktalar:
Mahkemenin savcı bey ve eşinden HB testlerini istemesi beklenir. Zira her ikisi de yaşları gereği daha önce HB aşısı olmayan bir kuşağın bireyidirler ve HB taşıyıcı olup aşıdan çok önce çocuklarına doğumda HB mikrobun geçirmiş olabilirler. Zira HB, cinsel ve kan teması ile bulaşan bulaşıcı bir hastalık olup anne baba; doğduğu ve yaşadığı yıllarda (1990’lara kadar) bölgelere göre değişmekle birlikte toplum bireylerinin yaklaşık % 10-12’sinin taşıyıcı olduğu bir toplumdaki pek çok bulaşma riskinin içinden (dişçi, berber, hamam, kaynamış enjektörle iğne olmak vb.) gelmektedirler.
Güvenlik ahlâkı
Güvenlik ahlâkı ülkemizde bilinmeyen bir konudur. Resmi-özel yetkililer ve bilim insanlarında güvenlik ahlâkının yokluğu, örneğimizde olduğu gibi sağlığımızı tehdit eden risklerin algılamasındaki çatallaşmayı çığırından çıkaran önemli bir risk iletişimi ve risk algılaması konusudur. Devletin kurum ve yetkililerine olan güven azalınca, gerçekten sakınılması, korkulması gereken risklerden korkulmamaya; koruma önlemleri alınmamaya başlanır. Tam tersine, çok fazla korkulmaması gereken risklerden ise aşırı korkulmaya başlanır; ki bu durum başta sağlık olmak üzere bütün verilen bütçe, hizmet ve yatırımların riski az, toplumsal yararı az popülist işlere vb. ayrılmasına ya da tam tersi risklerin toplumdan tamamen gizlenmesine neden olunur.
Tek bir hatalı algı ve hatalı bir yargı kararı ülkemizin onlarca yıldır oluşturmaya çalıştığı sağlıklı kuşaklarını hasta hale getirebilir. Bu nedenle devlet görevlileri ve devletin bütün makamlarındaki yöneticiler kamuoyu önünde ulu orta güvenlik ahlâkını yıpratmamalıdırlar.

Not: Haziran 2015 tarihinde Halkın sağlığı.org sitesinde yayınlanmıştır. Site yayınına son verince buraya taşıdım.

6 Haziran 2015 Cumartesi

BİLİM YAZARININ SORUMLULUĞU
Dr. Umur Gürsoy
Clint Easwood, kendi yönetmenliği ile ilgili bir belgeselde anlam olarak şunları söylüyordu: “Eğer iş kendinize aitse başarısız olursanız sonuçlarına sadece kendiniz katlanırsınız, ama işi bir başkası adına üstlenmişseniz, sonuçları sizden başkalarını da ilgilendirir ve altından kalkmanız çok zordur, çünkü sorumluluğunuz daha büyük olur.”
Sabah sabah, dinlediğim bu cümleler, bana bilim metinlerinden derlemeler yapan biz bilim yazarları ve bilim gazetecileri ile araştırma, bilimsel rapor ve bilimsel derleme, eleştiri, görüş gibi her türlü bilimsel metin yazarının sorumluluğunu düşündürdü. Zira, Türkiye Halk Sağlığı Bilim topluluğu içinden henüz bilim insanı özelliğini kazanmamış birkaç bilimci belki de Türkiye Halk Sağlığı Tarihinde bir ilk değilse de bir ikinci ve üçüncüyü gerçekleştirerek bir Çimento fabrikası ve bir termik santralın ÇED raporuna şirket tarafından talep edilen birer değerlendirme raporu yazdılar.  İlki ise çok daha eski ve bilgisiz olduğumuz yıllarda olan Çernobil Nükleer Felaketinin Türkiye’ye etkileri ile ilgili ve sonuçları 2006 yılında açıklanan katılan Karadeniz Bölgesi Kanser ve Kanser Risk Faktörleri Araştırması bileşenlerinden “Hane Halkı Kanser Riski, Hastalık Yükü ve Kanser Farkındalığı Araştırması”nı yapan halk sağlığı bilimcilerine aittir. Ama beni en çok üzen, bu sorumsuzluğa karşı bilim topluluğunun suskunluğu ve ilgisizliği ve önemsemezliği; hatta sorunu önemseyip uzmanlık derneğinin yönetimine bir etik kurul, bir disiplin kurulu kurması ya da soruşturma açması önerisi ve talebi yapan birkaç bilim insanının neredeyse linç suçlaması ile karşılaşmalarıdır. Yani halk sağlığı bilim topluluğumuzu oluşturan emekli olanlar hariç 240 akademisyenin büyük çoğunluğu: “icat çıkarma” demektedirler (yapılan bir insan gücü planlamış araştırmasına göre 2012-2013 eğitim öğretim yılında tıp fakülteleri halk sağlığı anabilim dallarımızda toplam 114 profesör, 70 doçent, 43 yardımcı doçent, 12 öğretim görevlisi2012-2013 eğitim öğretim yılında tıp fakülteleri halk sağlığı anabilim dallarında toplam 114 profesör, 70 doçent, 43 yardımcı doçent, 12 öğretim görevlisi vardır).
Neyin ve kimin ahlâklı ve etik olduğu insanlık düşüncesi kadar eskidir. Hemen hemen bütün dinler ve öğretilerin en büyük amacı ahlak sözcüğü ile sembolize ettiğimiz insani kurallar bütününü tüm dünyaya yaymak ve insanlığa kabul ettirmektir. İnsan düşüncesi ve bilimsel buluşlar geliştikçe, eski kurallara eklemeler yapılması gerekmiş; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin üzerine eklenen çevre hakları ve çocuk hakları gibi pek çok yeni bildirge ve çevre koruma anlaşması ve de uluslararası sözleşme ve yasalar kabul edilmiştir.
İnsanlar, uymadıklarında cezalandırılacakları kuralları hukuk metni yapmış ve mahkemeler kurmuşlar, daha hafif olduğu düşünülen kuralsızlıkları ise kimi toplumsal ve mesleksel ahlâk kuralları koyup söz ve davranışları ile kınamaya gitmişlerdir.
Bir konuya verilen önem onu meslek eğitimi içinde yer vermekle başlayıp yasalaştırmaya kadar gider. Toplumdaki çıkar grupları içinde birisinin ahlâkına uygun gelen başka bir grubun ahlâkına uygun gelmeyebilir, ama bilimsel meselelerde bu konu bilimin kendi kuralları çerçevesinde daha sınırlanmış ve daha az tartışma kaldıran bir biçime sokularak genel kabul görmüştür. Bir metnin bilimselliğinin en temel kuralı, yazılan çizilen ve savunulan iş ve verilerin vb. her isteyen tarafından tekrarlanabilir yöntemlere, kurallara bağlı olması ve böylece alıntıların ve bulguların doğruluğunun denetlenebilmesidir. Eğer bir Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu için bilimsel bir görüş (rapor) yazıyorsanız, raporunuz bu yüzden metin içinde kaynakçası ve dip notu numaralanmış olmalı; savurduğunuz görüşleri ve yaptığınız alıntıları sadece ticari ÇED firmasının parası karşılığı yatırımcı şirket için ürettiği ÇED raporundaki verilere değil; sayfa numarasına kadar kaynakçalandırıp, olabildiğince bağımsız resmi olmayan bilgi ve kaynaklara dayandırmalısınızdır.
Yaptığınız iş halkın ve dünyanın tamamını ilgilendirecek kadar başkalarının işi ise yani bir bilimsel metin yazarı ve de bir de çevre sağlığı mesleği üyesi iseniz (ki bir halk sağlığı bilimcisi ÇED raporu değerlendirmesi ve araştırmaları raporları yazması halinde hem bilim yazarlığıdır hem de çevre sağlığı mesleği üyeliğidir) yaptığınız işler şu davranış becerilerine uygun olmalıdır:
1.      Toplumsal davranışları merak etmek,
2.      Halk sağlığına eylemli (aktif) ilgisi olmak,
3.      Çevre sağlığı ve güvenliğinin gereklilik olduğuna bireysel kanısı olmak,
4.      Diğer bilimsel yaklaşımların liderliğinde veya ekibin bir parçası olarak çalışmak için iyiniyeti olmak,
5.      Diğer bilimsel yaklaşımların rolünü değerli bulma ve karşılıklı saygı,
6.      Sorun çözme noktasında diğer mesleklerin uzmanlığına duyulan gereksinimi tanıma yeteneği,
7.      Sorunların ve yanıtların bilinmediği durumlarda dürüstlük,
8.      Bağımsız öğrenme isteği,
9.      Personel gelişimi için çaba gösterme kararlılığı,
10.  Belirsizliklerle ilgilenme yeteneği,
11.  Deneyimlerin ışığında değişik düşünme ve gelişme yeteneği,
12.  Bireysel ve toplumsal dürüstlük,
13.  Kendi kendisinin önyargılarının farkında olma, nesnellik ve açık görüşlülük,
14.  Bilinçli çevre dostu ve sağlıklı yaşam biçimlerinde örnek rol alma,
15.  Seçtiği iş alanıyla ilgili gurur duyma ve inanma duygusu,
16.  Seçtiği meslek yaşamında istek ve çalışkanlık,
17.  İnsan hakları ve demokratik ilkelerde kararlılık,
18.  Herkes için sağlık ilkelerinde kararlılık,
19.  İlgili konularda ısrarcı ve kararlı olma,
20.  Halkı ilgilendiren konularda ilkeli bir tavır alma için iyi niyet,
21.  Sorunlar üzerinde onurlu bir uzlaşma arayışı için iyi niyet,
22.  Uygun düzeydeki gizlilik gereksinimine saygı,
23.  Eylemleriyle ilgili sorumlu olma ve sorumluluk alma iyi niyeti.
Yazımı, yine bir bilim insanının, fizikçi Prof. Ross Hesketh’in cümleleri ile kapatmak istiyorum: “Ben sadece kendi duymak istediklerimi söyleyen bir bilim insanı istiyorum diyen bir toplum, çok köklü yanlışları olan bir toplum demektir.”

Not: Haziran 2015 tarihinde Halkın sağlığı.org sitesinde yayınlanmıştır. Site yayınına son verince buraya taşıdım.