31 Mayıs 2015 Pazar

NÜKLEER SANTRALA NEDEN KARŞI ÇIKMALIYIZ?

Yayın Bilgisi: Gürsoy U. Hasta doktorunu dinler: Nükleer Santrala neden karşı çıkmalıyız?. Arter, Mersin Tabip Odası Bülteni:2005;1:3-9.
NÜKLEER SANTRALA NEDEN KARŞI ÇIKMALIYIZ?
Umur Gürsoy[1]
Meslek Odalarının Artan Sorumluluğu
Çağcıl demokratik ve liberal ekonomiye sahip devletlerde toplumdaki huzur irili ufaklı çeşitli çıkar grupları arasındaki uyum sayesinde sağlanır. Çıkar grupları (aynı zamanda baskı grupları, lobici gruplar olarak da adlandırılır), gevşek ya da sıkı organize olmuş, kendi taraflarından yana hareket eden, seçimlere girmeden kamu politikasını değiştirmeye ya da kamu politikasında yapılacak değişikleri önlemeye çalışan gruplardır.[2]
Gelişmiş Batılı (Kuzeyli) ülkeler tarihlerindeki büyük din ve iç savaşları ve sonunda yaşadıkları iki büyük dünya savaşı sonunda mantıksız ve hiç bitmeyen çatışmalarına yol açan ırk ve din temelli çıkar grubu kavramı yerine yurttaşlık haklarıyla desteklenen ekonomik sektörler arası (aynı işi yapanlar) çıkarları ve demokratik ve barışçı çatışmayı koymuştur. Çıkar gruplarının çeşitli üst (Enerji, turizm gibi) ve alt (rüzgâr, kömür, petrol sektörü veya kış, yaz, sağlık turizmi sektörü gibi) grupları vardır, ama en temel ayrım özel çıkarlar ve kamu (halk) çıkarları şeklindedir. Bütün bunların sonu (uluslararası şirketlerin yerli ortakları vasıtasıyla oluşturduğu çıkarlar haricinde) tek bir çıkar grubuna, içinde bütün çıkar gruplarını barındıran ulusal çıkarlara varır. Çünkü devlet tek tek özel çıkarların birleşmesiyle oluşur. Çıkar gruplarının güçlü olmadığı ülkelerde kamunun çıkarlarının kamucu-toplumcu devlet modelleri (Kemalist-sosyalist vb.) korurken, başını ABD’nin çektiği çok uluslu sermayenin Dünya Ticaret Örgütü anlaşmaları ve borçlandırma yoluyla hükümetler üzerinde oluşturduğu egemenlik, günümüzde yerel topluluklardan oluşan gerçek kamusal çıkarların korunmasını zorlaştırmıştır.
Ülkemiz kamucu Kemalist cumhuriyet modelinden liberal ekonomiye geçişi, 12 Eylül Darba yönetiminin baskıcı anayasası ve seçim, siyasi partiler ve memur sendikaları vb. yasaları nedeniyle sakatlandığı için kamu çıkarlarının korunması neredeyse tamamen küçük çevre korumacı gruplar dışında meslek odalarına kalmıştır. Çünkü içinde henüz ırk, din ve ideolojik ayırım temeline dayalı olmayan ve hükümet dışı oldukları için çokuluslu sermayenin sözünü geçiremediği tek demokratik örgütlenme meslek odalarıdır.  Bu nedenle meslek odaları sadece üyelerinin değil üyelerinin aile ve akrabalarından oluşan bütün bir kamunun çıkarlarını da savunmalıdır. Türk Tabipler Birliği ve Tabip Odaları’nın zaten böyle bir görevi vardır: Halk sağlığını korumaya çalışmak.[3]
Nasıl Mersin veya Antalya’daki seraları etkileyen bir afet turfanda sebze ve meyve fiatları yoluyla bizleri etkiler ya da Mersin’deki 7 büyüklüğündeki bir deprem bütün Türkiye’deki hekim ve sağlıkçıları etkilerse (Erzincan ve Adapazarı-Gölcük depremlerindeki geçici görevlendirmeleri hatırlayınız); Mersin’deki bir nükleer santral yatırımı da bütün ülkenin sağlıkçılarını değil bütün dünya halklarını ilgilendirir. Zira Çernobil Nükleer Santralının tek bir reaktöründeki nükleer yangın bütün dünyayı ilgilendirmişti.
“Tüm uzmanların aynı görüşte olmaları, hepsinin de yanılmaları anlamına da gelebilir”
Bertrand Russell
Nükleer santralların bizleri bir başka ilgilendirme nedeni de tamamen meslekidir. Yürürlükteki yasa ve yönetmeliklere göre -Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelikler- aynı zamanda 1. Sınıf Gayrı Sıhhi Müessese (GSM) olan ÇED yönetmeliğine tabii işyerlerinin çevresinde bırakılması gereken Sağlığı Koruma Bandı Mesafesi kararı, tamamen bir hekim ve sağlıkçı işidir. Ne var ki gözden kaçan bir mevzuat düzenlemesi ile ÇED yönetmeliğine göre içinde sağlıkçıların bulunmadığı ÇED İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu (İDK), GSM değerlendirmesinin yer seçimi ve sağlığı koruma bandı mesafesi belirleme aşamalarına karar vermekte; mühendislerin raporu sağlıkçıların GSM raporu yerine geçmektedir.
Bu yanlışa sağlıkçıların müdahale etme noktası İDK’ya sunulan ÇED raporu hakkında İl (Sağlık) Halk Sağlığı Müdürlüğünden istenen görüş verme aşamasıdır. ÇED raporu dosyası İl (Halk) Sağlık Müdürlüğüne yollanır ve yapılacak işletmenin sağlık yönünden sakıncası var mı? diye görüş sorulur. Ne yazık ki bu görüş, gerek ÇED ve GSM raporu değerlendirmesini bilmeyen, gerekse sağlık mesleği elemanı olmayan sağlık müdürlüğü yetkilileri tarafından “Yasa ve yönetmeliklere aykırı olmamak kaydıyla uygundur” şeklinde verilmektedir.
Hukuki biçimciliğin ve politik felcin bir göstergesi olan bu durum aslında bir görev ihmali ve mesleki yetki gaspıdır. Çünkü yapılacak yatırımın ÇED Raporu başvurusunun “Yasa ve Yönetmeliklere aykırı olup olmadığını”, kamu adına sağlığın korunmasından sorumlu örgüt olan (halk) sağlık(ğı) müdürlüğü ve SB bilebilir ve zaten bu nedenle görüşü istenmektedir. Ama neredeyse bütün sağlık müdürlüklerine bulaşıcı hastalık gibi yayılmış verilen bu genelleşmiş görüş, sınavda öğrencisine “Aşağıdaki cevaplardan hangisi doğrudur?” diye soran öğretmene öğrencisinin “Hangi cevap doğruysa doğru cevap odur”, diye yanıtlamasından farklı değildir. Çünkü öğrencinin görevi soruya kesin bir yanıt vermesidir. İl (Halk) Sağlık(ğı) Müdürlüğü’nün ÇED raporu ile ilgili görüşü: “İlgili yatırımın halk ve çevre sağlığı yönünden yasa ve yönetmeliklerimize göre sakıncası yoktur.”, veya “ÇED raporunun şu, şu madde ve bölümlerinde anlatılan önlemler eksiktir; şu yönde bırakılan sağlığı koruma bandı mesafesi yetersizdir veya (en önemlisi) yatırımın yer seçimi yıl boyu en çok esen (hâkim) rüzgârların yerleşim yerlerine doğru esmesi nedeniyle uygun değildir.” şeklinde olmalıdır. Bütün bu görüşlerin hukuki bağlayıcılığı vardır ve yasasal yollardan itiraz edilip uygun görüş verilen bir ÇED Raporu iptal edildiğinde yukarıdaki gibi yuvarlak (bulanık) bir görüş vermek aslında görev kötüye kullanmak demektir.
Bir başka yanlış ta İDK toplantısına katılan Mersin İl Sağlık Müdürlüğü ve SB’ndan katılan ve Akkuyu Nükleer Santralı Projesi ÇED raporuna uygun görüş veren iki yetkilinin mesleğinin çevre mühendisi olmasıdır. Böyle bir temsiliyet, bırakın bir başka sağlıkçının, hastayı bir çevre mühendisinin muayene ve tedavi vb. etmesi demektir.
Çevre mühendisleri ile alıp veremediğim yok, ama Türkiye’de çevre mühendisliği eğitiminin çevre ve halk sağlığı bilgisi bakımından ne kadar yetersiz olduğunu kendi hocalık dönemimden biliyorum. 1999-2005 arasında öğretim görevlisi olarak çalıştığım Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesinde, Türkiye’de bir ilk olan uygulamayla iki yıl, üniversitenin Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü 1. Sınıf öğrencilerine seçmeli halk sağlığı dersleri verdim. 20-30 kişilik sınıftan sadece 8 öğrenci dersimi seçmişti. Türkiye’de çevre sağlığı dersini halk sağlığı uzmanlarından alan başka çevre mühendisliği bölümü olduğunu sanmıyorum. Akdeniz Çevre Mühendisliği öğrencilerine hava kirliliği dersini bir ziraat mühendisliği hocası veriyordu. SB ve sağlık müdürlüğünün görüşünün Çevre mühendislerince oluşturulması; ‘yok hükmündedir ve bir mesleki yetki gaspı’dır.
Ev sahibinin hiç mi kabahati yoktur? Tıp fakültesindeki aldığınız halk sağlığı derslerinde çoğunuza hâkim olan tutumu hatırlayın: Siz klinisyen olacaksınız, bu derslerden size ne? Ama şimdi içinizden azımsanmayacak sayıdaki bazılarınız sağlık müdürü, şube müdürü, müdür yardımcısı ya da bakanlık merkez teşkilatında teknokrat oldu. Sizinle beraber çocuklarınızın ve sevdiklerinizin de yaşadığı illerde sizin ve halkın sağlığını ilgilendiren ağır sanayi yatırımları ve nükleer santrallarla ilgili değerlendirmeleri ya çevre mühendisleri ya çevre sağlığı teknisyenleri (ki hiç yoktan iyidir) yapıyorlar; sağlık müdürlüğü ve sağlık bakanlığının görüşlerini onlar hazırlıyorlar ve tıp fakültesi mezunları, müdür veya bakanlıkta daire başkanları olarak size de “Yasa ve yönetmeliklere aykırı olmamak kaydıyla uygundur” şeklindeki absürt (saçma) görüş yazılarını imzalamak düşüyor.
SONUÇ
Birçok insan aynı şeye inanırsa kolaylıkla şu sonuca varabilirler: Bok yiyen milyonlarca sinek yanılmış olamaz. Ya da özel hayatında son derece namuslu olan modern bir iş adamını ele alınız. Onu yönetim kurulu üyesi yapıp sorumluluğu on iki kişiyle birlikte ona yüklerseniz birden zeki bir katil gibi davranabilir.
Kontrad Lorenz
Bu yazıyı okuduktan sonra, Nükleer santrallara neden karşı olmamız gerektiği hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız; konusunda uzman 206 bilim insanının 2007 Martında imzalayıp kamuoyuna açıkladığı “Nükleer Santral Karşıtı Biliminsanları Bildirgesini, Türkiye Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin (HASUDER) Akkuyu Nükleer Santralı projesi ile ilgili 26.04.2014 tarihinde yaptığı açıklamasını ve son olarak benimde katkı yaptığım Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu’nun Şubat 2005 tarihli Akkuyu Nükleer Güç Santralları Projesi ÇED Raporu hakkındaki bir ön değerlendirme sayılabilecek değerlendirmesini yazımda daha güncel ve yerel bilgiler vermek adına lütfen verdiğim bağlantı adreslerinden okuyunuz.[4],[5],[6]


 Haritalarda sınırları ve komşulukları görülen ve 8 km2’lik vatan toprağını kirletecek “4.800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi’nin (ANSP)(Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Deniz Dolgu Alanı ve Yaşam Merkezi)” çevre örgütleri ve nükleer santrala karşı çıkan kimi örgütlerin muhtemelen tamamını okunmadan yaptıkları basın açıklamaları nedeniyle 3730 sayfa sanılan, ama internet kaynaklarından ulaşamadığım biri (açılmayan CD eki olarak Deniz Suyu raporları ekindeki PC Sea Water dosyası) hariç bütün ekleriyle toplam 4903 sayfa tutan ANSP Nihai ÇED Raporunu baştan sona okuyarak değerlendiren sayılı halk sağlığı uzmanlarındanım.
Olabildiğince sade ve kısa olmasına dikkat ederek ANSP Nihai ÇED Raporu’ndaki, bazıları henüz TTB Değerlendirmesinde de açıklanmayan kabul edilemez eksiklerin neler olduğunu önem sırası gütmeden sıralayarak anlamak istiyorum.
1. Uzun, multidisipliner, çok teknik ve ileri (yan dal) uzmanlık gerektiren ANSP Nihai ÇED Raporu devlet kurumlarının değerlendirme sığasının çok üzerindedir. Özel Format Belirleme ve İDK Toplantısına katılan toplam 83 katılımcıdan SB adına (biri Mersin İl Sağlık Müdürlüğü’nden) katılan ikisinin de mesleği çevre mühendisidir. Katılımcıların %36,1’ü genel müdür, şube müdürü ya da yatırımcı veya ÇED firması yetkilisidir. Diğer katılımcıların % 19,3’ü alanı belirtilmemiş mühendis, % 10,8’i çevre mühendisi, % 8,4’ü jeoloji mühendisi, %9,6’sı ise toplantı katılım tutanağına kendini teknik uzman olarak yazmıştır. Kurumları yönünden katılımcıların % 28,9’u Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB) kuruluşlarından, % 12,1’i askeri kurumlardan, % 12.i’i Orman ve Su işleri Bakanlığından,  7,2’si Akkuyu Nükleer Santralı (ROSATOM) yetkilisi, % 7,2’si de ÇED firması DOKAY ve onun danışman firmalarındandır. TAEK’ten katılan 4, Hacettepe Nükleer Mühendislik bölümünden katılan 2 akademisyen büyük olasılıkla nükleer mühendistir. İDK toplantısına katılan diğer üç akademisyenin üçü de jeoloji konusunun uzmanıdırlar. Komisyonda Allah için bir tane hekim veya sağlıkçı yoktur. (ayrıntılı bilgi için bkz. Dipnot 6’daki yayın).
2. Hiçbir ticari firma, müşterisinin beğenmeyeceği bozuk ürünü satmak istemez. Bu durum ANSP gibi devasa yatırımların yüksek ücretlerle özel ÇED firmalarına yaptırılan ÇED raporlarında daha belirgindir.  ÇED raporları uygun bulunmak için; ÇED yönetmeliği de raporları uygun bulmak için kurgulanmıştır.
1000 yıllık devlet geleneği olan ve Dünyanın en büyük 40 ekonomisinden bir olan (2012-2016 döneminde dünyanın 17. büyük ekonomisi) Türkiye Cumhuriyeti’nin 10 yıl önce (1995) yapacağı Nükleer santral ihalesinin ön incelemesinin yapılması işi ihale ile nükleer santral deneyimi olan yabancı (Güney Kore) danışmanlık şirketine verilmişti. Bu kez, teknik yeterliliği, hangi uzmanlık alanlarından hangi hizmeti satın aldığı; ÇED raporunun neredeyse kime hazırlatıldığı (tahmin edilse bile) meçhul olan DOKAY isimli yerli özel bir ÇED hazırlama firmasına yaptırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ülke güvenliğini ilgilendiren çok büyük risklerle dolu nükleer enerjili geleceği, konuyu hiç bilmeyen ve daha önce böyle bir konuda ÇED hazırlama deneyimi olmayan DOKAY isimli bir ticari ÇED firmasına teslim edilmiştir. Bu durum her şeyin ötesinde büyük bir milli güvenlik zaafıdır.
3. Bünyesinde 1200 MW’lık 4 nükleer reaktör barındıracak ANSP ÇED raporunda ‘işletme’ (Barış durumunda ve normal çalışması koşulları) haricinde; gerek barışta gerek savaşta veya olağanüstü hallerdeki “kaza, nükleer yakıt atıklarının bertarafı ve santralın söküm” aşamaları nitelikli olarak değinilmemiş, tanımlanmamış ve yeterince ayrıntılı açıklanmamıştır. ANSP sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda DOKAY’ın ve hisselerinin %92,85’si JSC ‘Concern Rosenergoatom’a (Devlet kuruluşu ‘Rosatom’a bağlı şirket)-Rusya,  %3,47’si JSC Atomstroyexport-Rusya’ya, %3,47’si OJSC Inter RAO UES-Avustralya’ya, % 0,1’i JSC Atomenergoremont-Rusya’ya ve % 0,1’i JSC Atomtechenergo-Rusya’ya ait Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş.’nin de ilk nükleer santralıdır. Çünkü ÇED raporunda, tasarımı örnek (referans santral) alınacağı ve Türkiye koşullarına ÇED Raporu uygun bulunduktan sonra uygulanacağı ifade edilen Rusya’nın Novovoronezh-II Nükleer Güç Santralı’nın inşaatı henüz bitmemiş ve faaliyete geçmemiş olup, dünyada çalışan örneği bulunmayan bir santraldır.[7] Türk halkı yeni Rus santral tasarımının kobayı yapılmıştır. Bu reaktör kendi türünün ilk örneği olup Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UEAE) 26.02.2015 güncellenme tarihli bilgiye göre halen inşaatı bitmemiş ve işletmeye alınmamış bir santral ve tasarımdır.[8]
4. ÇŞB adına İDK katılımcı kurum ve kuruluşları tarafından uygun bulunan ANSP ÇED raporundaki bütün senaryolar ve değerlendirmeler sanki santral yerleşkesinde sadece 1200 MW’lık tek santral olacak ve reaktörlerden birinde Çernobil örneğindeki gibi büyük nükleer yangın çıkınca kaza diğer reaktörlere yansımayacakmış gibi vb. senaryolarına göre yapılmıştır. Oysa Japonya’daki son Fukuşima Nükleer santral kazası hiç de böyle olmamıştır. 7 şiddetindeki depreme göre deniz kıyısında inşaa edilen Fukushima Daiichi Atom Santrali işletmesinde toplam altı nükleer reaktör vardı. 11 Mart 2011’deki çifte doğal afet (9 şiddetindeki deprem ve tsunami) nedeniyle 6 reaktörün 1., 2. ve 3. numaralı reaktörlerinin nükleer yakıt  çekirdeklerinde hasar (erime) oldu ve 1., 3., ve 4. Reaktörler patladı. 2. Ünitesinden de çok miktarda radyoaktif atık denize ve havaya kaçarak afet üçlü (deprem, tsunami, nükleer kazalar) afet biçimini aldı. Oysa patlayan 4. Reaktör ve 5. ve 6. Reaktörler bakımda olmaları nedeniyle deprem ve tsunami sırasında elektrik üretmiyorlardı.
Santralların ekonomik ömürlerinin 60 yıl olduğu ve 2023 yılına kadar dördünün de bitirileceği savlanmaktadır.  En kötü olasılıkla bugünden 60-70 yıl sonra (2083) gerek 7 şiddetindeki beklenen büyük Akdeniz depreminin ve ülkemizin jeopolitik konumunun duyarlılığı nedeniyle barış-savaş ve terörist saldırı olasılıklarının bugünden bilinebilmesi olası değildir. Bu çoklu afet durumlarında yapılacak kurtarma ve koruma senaryolarının, Çevre sağlığı eylem planlarının bütün olasılıkları ve ayrıntıları düşünerek yapılması gerekir. Bu ne ÇED raporunda ne de devletin Afet Birimlerince bugüne kadar yapılmamıştır.
5. ANSP ÇED raporunda: “Stokastik etkiler uzun vadede, düşük seviyede (kronik) radyasyona maruz kalma ile ilişkilidir. ("Stokastik" kelimesi bir şeyin gerçekleşme olasılığı olduğunu ifade etmektedir.) Artan maruz kalma seviyeleri bu sağlık etkilerinin gerçekleşme olasılığını arttırır fakat etkinin türünü veya şiddetini etkilemez.” denilerek çok eski ve resmi kabullere dayalı olan ve fakat güncel hekimlik bilgisi gerektiren bir konuda ahkâm kesilmektedir. ÇED raporunda pek çok bilgi gibi aşağıdaki şu bilgilerin de üzeri karartılmış, yok farzedilmiştir:
“Radyobiyolojide resmi yaklaşım sadece DNA’ya doğrudan zararın “endişe verici” olarak kabul edilmesidir. Düşük dozların ve yavaş doz hızlarının etkilerinin belirlenemez olduğu; yüksek doz ve hızlı doz hızları çalışmalarının kabul edilebilir olduğu kabul edilir; çünkü geleneksel radyasyon biyologları, sadece yüksek doz tepkimelerini test etmekte ve sadece zardaki doğrudan radyasyon zararını incelemektedirler. Oysa, “iyonize radyasyona düşük ve yavaş doz hızlarında maruziyetin beklenmeyen etkileri düşük yavaş doz koşullarının özel olan üç farklı biyolojik işleyişi nedeniyledir: Petkau etkisi, monosit tükenmesi ve bozulmuş eritrosit hücreleri.
- Petkau etkisi:
Dr. Petkau 1970 yılında bir hücre zarını yok etmek için 26 rad/dakika doz hızında (Hızlı doz hızı) toplam 3500 radlık doza gerek olduğunu keşfetti. Ama 0.001 rad/dakika doz hızında (yavaş doz hızı) hücre zarını yok etmek için sadece 0,7 rad gerektiğini keşfetti. Yavaş doz hızında işleyiş oksijenin negatif elektrik yüklenmesi ile serbest radikallerin üretilmesidir. Yavaş doz hızlarında üretilmiş seyrek dağıtılmış serbest radikaller, hücre zarıyla, hızlı doz hızları tarafından üretilen yoğun sıkıştırılmış serbest radikallerin yaptığından daha iyi bir tepkimeye girme ve ulaşma olasılığına sahiptir.
Monosit Azalması:
Nükleer parçalanma (fizyon) insan ve hayvanların kemik dokusu tarafından depolanan stronsiyom-90, plütonyum ve transuranikler (transuranics) gibi radyoaktif çekirdekçikler (radyonüklidler) oluşturur. Akyuvarların yapıldığı kök hücrelerini saran kemikte biriken bu radyoaktif çekirdekçikler, (kök hücrelerine ve kemik iliğine) süreğen (kronik) düşük yavaş doz radyasyon (ışınım) salarlar.
Normal erişkinde, kanın mikrolitresinde yaklaşık 7780 akyuvar (lökosit) vardır. Bunların yaklaşık 4300’ü nötrofil ve 2710’u lenfosittir. Sadece 500 monosit vardır. Eğer kemikte biriken radyonüklitler tarafından yapılan yavaş irradyasyon (ışınlama) nedeniyle kemik iliğindeki kök hücreleri yıkıma uğradı ise, örneğin, toplam lökosit sayısı mikrolitrede 400 kadar azalsa bu, toplam akyuvar hücrelerinin % 5’i kadar bir azalma yapacaktır. Şayet, bütün azalma sadece nötrofillerden olsaydı, bu, kan sayımını hâlâ doğal sınırlar içinde bırakarak sadece % 9,3’lük bir azalma anlamına gelirdi. Lenfositler hâlâ normal sınırda kalacaklar; hatta 400 hücre azalması sadece lenfositlerde olsaydı, lenfositlerin % 14.8’lik bir azalma olacaktı. Ancak, tüm bu azalma monositlerde olursa monositlerde % 80’lik dramatik bir azalma olurdu. Bu nedenle düşük doz radyasyonda, monositlerin gözlenmesi lenfosit ve nötrofillerdeki etkinin gözlenmesinden (şimdi genellikle yapılan lenfosit ve nötrofil etkisinin gözlenmesidir) daha önemlidir. Çünkü monositler eritrositlerdeki demirin yaklaşık % 37-40’ının geri dönüşümünden sorumlu oldukları için azalmaları demir eksikliği anemisi ne yol açar. Ama asıl önemleri bağışıklık düzenini harekete geçiren maddeleri salgılamaktan sorumlu olmalarıdır. Sayılarında ciddi azalma halinde pek çok hastalığın görülmesinin nedeni olan bağışıklık düzeni baskılanır.
Biçimsiz (deforme) eritrositler:
Yeni Zelenda’dan Dr. Les Simpsons, elektron mikroskobunda, beyin işlevlerinde şiddetli yorgunluğa neden olduğu için kısa süreli hafıza kaybı şeklinde belirti veren biçimsiz alyuvar hücreleri diye tanımladığı hücreler gözlemledi. Dr. Simpson, çok sayıda kronik yorgunluk hastasında böyle hücreleri saptadı ve kuramsal olarak bu duruma onların şişkin veya kabarık şekilleri yüzünden ince kılcal damarları tıkamasının ve böylece beyin ve kasların yeterli oksijen ve besinlerden mahrum bırakmasının yol açtığını düşündü. Kronik yorgunluk sendromu hem Bura- Bura hastalığı olarak adlandırılan Hiroşima ve Nagazaki’de hem de Çernobil’de saptandı.”[9]
ÇED Raporu’nda bölgedeki hastalıklar başlığında sadece kanser verileri kullanılmıştır. Bu veriler dışında mide ülseri ve mide zarı atrofisi, tiroit, meme, kan yapıcı organ ve diğer organ kanser ve tümörleri, hipotroidi, düşük doğum ağırlıklı (2500 gramın altındaki) bebek doğum sayısı ve ölüm sayısı ve prematüre bebek doğumu sayısı ve ölüm sayısı, gençlik tipi (Tip I) diyabet dâhil şeker hastalığı, verem gibi süreğen enfeksiyon ve bağışıklık bozukluğu hastalıklarından söz edilmemiştir.
TTB Halk Sağlığı Kolu Değerlendirmesinde de belirtildiği gibi yaptığım ve mart ayı içerisinde Türk Tabipleri Birliğine teslim edilecek ayrıntılı incelememe göre, son kez revize edilip 31 Mart 2014 tarihinde Bakanlığa sunulduğu ve ÇŞB’ınca değiştirilmeden UYGUN bulunduğu halde ANSP ÇED Raporu, Çernobil nükleer kazasının henüz gerçekleşmediği günümüzden 34 yıl öncesinin (1980) ve Fukushima nükleer kazasının gerçekleşmediği 21, 20 ve 14 yıl öncesinin (1988, 1993, 1994 ve 2000) bilgi, tüketim ve yaşam biçimlerine ve değerlendirme yöntemlerine göre elde edilmiş eski, ulusal ve yerel olmayan verilere dayanmakta olup günümüzün kişi-yer ve zaman özelliklerini temsil etmezler. Uzun, teknik ve karmaşık bir raporun ve eklerindeki laf kalabalığı ve İDK katılımcılarının yetersiz yüzünden yatırımcı konsorsiyum, ‘köpeksiz köyde değneksiz gezerek’ güncel ve doğru veri ve doz hesaplarının üzeri “hukuki biçimciliğin ve politik felcin birbirini takviye ettiği karmaşık uygulamaların arkasına sığınarak” karartmıştır.
5. Son olarak doğuda Mersin’e 120, Adana’ya ve İskenderun ve Antakya’ya yaklaşık 200 km uzaktaki nükleer santral sahasının 10 metre yüksekte esen hâkim rüzgârları çoğunlukla Kıbrıs’a estiği görülmektedir. Ne var ki nükleer santral sahasında (ne yazık ki sadece bir yıllık -Kasım 2009-Ekim 2010- döneminde ait olan 10-25 ve 60 metre yüksekteki hâkim rüzgâr yönleri küçük rüzgar gülünde görüldüğü gibi batıya, kuzeye ve doğuya da esmektedir. Özellikle bölgenin yağışlı ayları olan ekim, kasım, aralık, ocak, şubat, mart ve nisan aylarından mart, nisan ve ekim aylarında hâkim rüzgârlar karaya doğru büyük yerleşim yerlerine esmektedir. Bu aylarda olabilecek bir nükleer kazanın bütün radyasyonlu yağmuru kuzeye ve kuzey doğ ve kuzey batıya doğru esen hâkim rüzgarlarla Toroslara yaslanarak bölgeye hapsolup kara ve gündüz meltemleri ile bütün yükünü Toroslara, Çukurova’ya ve o yağmurlarla beslenen şehir içme suları ve besinlere boşaltacaktır. ÇED raporunda bu durum karartılmıştır.
EN İYİ ÇED RAPORU DEĞERLENDİRMESİ SANDIKTA YAPILIR;
Videodaki adam gülmekten kırılırken, alt yazıyla yapılan mizaha göre şu sözler zorlukla dökülüyordu ağzından “… bu arada iki seçim yapıldı. Her şeye rağmen ikisini de açık ara kazandık. Biz ne yaparsak yapalım bize oy veriyorlar. Şimdi önümüzde bir seçim daha var onu da kazanacağız. Spiker “Yine mi yüzde 45?” diye soruyordu; “Evet yine yüzde 45” diye cevap veriyor bizimkisi; “Hırsızlık hiç bu kadar keyifli olmamıştı.”[10] İşte bütün bu ahval ve şerait nedeniyle Akkuyu Nükleer Santralı Projesinin külliyen değerlendirilmesi, başta Mersinliler olmak üzere bütün Türkiye tarafından yaklaşan seçimlerde, sandıkta yapılacaktır.
10 Mart 2015, Osmaniye



[1] Halen Osmaniye Merkez Toplum Sağlığı Merkezi’nde Halk Sağlığı Uzmanı  olarak çalışan yazarın Dikensiz Gül (Doğu Akdeniz Çevrecileri Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Raporu), Enerji’de Toplumsal Maliyet ve Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları isimli iki telif ve Çernobil’in Sağlık Sonuçları ve Çernobil Halk Mahkemesi isimli iki çeviri kitabı ve çok sayıda bilimsel ve halklaştırılmış bilim yazısı vardır.
[2] Çıkar Grupları. http://tr.wikipedia.org/wiki/Çıkar_grupları. Erişim tarihi: 26.02.2015.
[4] Nükleer Santral Karşıtı Bilim İnsanları Bildirisi. 10 Mart 2007. http://nukleersiz.org/raporlar. Erişim tarihi: 26.02.2015.

[5] HASUDER. Nükleer Santraller Bir Halk Sağlığı Sorunu: Çernobil insanlığa bir derstir! 26.04.2014. http://www.hasuder.org.tr/hsg/?p=2688. Erişim tarihi: 26.02.2015.

[6] Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesi ÇED Raporu Değerlendirmesi. Ankara: Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu. Şubat 2015. http://www.ttb.org.tr/kutuphane/ced_rpr.pdf. Erişim tarihi: 26.02.2015.
[7] Novovoronezh Nuclear Power Plant-II. http://en.wikipedia.org/wiki/Novovoronezh_Nuclear_Power_Plant_II. Erişim tarihi: 26.02.2015.
[9] International Peace Bureau (İPB), Permanent People’s Tribunal, International Medical Commision on Chernobyl-ICCC. Çernobil Halk Mahkemesi. Çev. Umur Gürsoy. 12-15 Nisan 1996, İstanbul: Yeni İnsan Yayınları, Nisan 2012.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder