26 Nisan 2016 Salı

ÇERNOBİL FELAKETİNİN YARI ÖMRÜ
         Stronsium 90 yağıyormuş
           ota, süte, ete,
           umuda, hürriyete,
           kapısını çaldığımız büyük hasrete.
                                        Nazım Hikmet
Umur Gürsoy
Halk Sağlığı Uzmanı
1972 yılında başlayan Türkiye’nin kendi topraklarına nükleer santral kurma macerası 45. Yılına girerken; 26 Nisan 2016 saat 01.30’de dünyanın başına gelen insan kaynaklı en büyük felaket olan Çernobil’in Nükleer Kazasının da 31. Sene-i devriyesine nail olduk. Kaza olduğunda 0-15/18-20 yaşını yaşayanlarla kazadan 0-15/18-20 yıl sonra doğanlar (1971/69-67-2001/2003/2005 arasında doğanlar) radyasyon kirliliğinin en yüksek olduğu yıllarda büyüme ve gelişme çağında; metabolizmaları çok yüksek olan yaş grubu idi. Bu Çernobil kohortu bugün 15 ila 45 (18-48/50) yaşlarındalar. Kazanın üzerinden tam 30 yıl geçti, ama Türkiye’de Çernobil konulu yapılmış 30 bilimsel araştırma bulamazsınız. Çünkü üniversitelere konan “Çernobil konulu açıklama ve araştırma yasağı” resmen kalkmadı.(1) Bilim insanlarımızın da böyle yasaklarla ve araştırma zorluklarıyla dolu ulusal konularla pek ilgisi yok. Elimizdeki tek araştırma şansı bu kohortdaki ölümlerin, hastalıkların ve psiko-sosyal/entelektüel yaşamla ilgili sorunların diğer yaş grupları içindeki oranlarına bakıp farklı olup olmadığını araştırmak, ama Türkiye’nin ölüm ve ölüm nedeni istatistikleri maalesef ne sayıca ne de nitelik olarak doğruları yansıtıyor. (2)
Her ne kadar bir nükleer kazada sayıları birkaç yüzü bulan sayıda radyoaktif madde, kazanın başlamasında 30 dakika ile 30 saat içerisinde çevreye salınsa da; bunlardan sadece 54 tanesinin fiziksel yarılanma ömürleri 25 saatin üzerindedir.(3) Atmosfere radyasyon sızıntısına neden olan Çernobil gibi bir nükleer santral kazasından sonra, santralden uzaktaki kurbanların sağlık etkilerinden sorumlu üç ışınımetkin çekirdekçik (radioactive isotope) vardır: Fiziksel yarı ömrü (Tf) 8 gün olan İyot-131 (I-131), Tf=28,8 yıl olan stronsiyum-90 (Sr-90) ve Tf =30 yıl olan sezyum-137 (Cs-137.)(4,5)
Fiziksel yarı ömür, ışınımın canlı dokudaki etkisini anlamamız için yeterli değildir. Çünkü hangi yoldan alınırsa alınsın ışınımetkin çekirdeğin vücudumuzdan atılıncaya (ter, idrar ve dışkı vb. yoluyla) ya da yerleşeceği organa (kemik, tiroid bezi, yumurtalık veya erbezleri vb.) gidinceye kadar vücutta izlediği metabolik yol dediğimiz bir yol vardır. Bu yüzden, bir maddenin sağlık etkilerinde biyolojik yarı ömür ve etkin (effective) yarı ömür kavramı daha önemlidir. Fiziksel yarılanma ömrü ne olursa olsun (kısa ya da uzun) vücuda giren bir ışınımetkin maddenin yarısının vücuttan atılması için geçen süreye o maddenin biyolojik yarılanma ömrü (Tb) denir; ama kemikte biriken kalsiyum gibi bazı maddeler için biyolojik atılım yıllar boyu sürebilir (kimyasal madde vücutta birikir). Bu nedenle fiziksel ve biyolojik yarı ömre göre hesaplanan bir de etkin (etkili) yarı ömür (Te) tarif edilir ve Te=Tf X Tb / Tf + Tb formülü ile hesaplanır (6,7). Etkin yarı ömür, fiziksel ve biyolojik yarı ömür göz önünde bulundurulduğunda, vücuda alınan maddenin (etkili olan) yarısının vücuttan atılımı için geçen toplam süredir (8).  Biyolojik sistemler karmaşıktır ve etkin yarılanma ömrü, vücuda farklı yollardan alınan ve tek bir metabolik yola sahip olmayabilen (örn. Sezyum) farmakolojik veya kimyasal maddelerin yarısının vücuttan atılması için geçen, mekanizmaları birden fazla ve oldukça bağımsız süreçlerin toplam süresi anlamına gelir. (7) Bu nedenle sağlık etkilerini, ışınımetkin çekirdeğin  alınım dozu kadar biriktiği veya girdiği metabolik yol ve etkin yarı ömür belirler.
I-131, tiroit bezinde birikir ve tiroid bezi kanserlerinden ve hastalıklarından sorumludur. Kalsiyumun metabolik yolunu izlediği için Sr-90’ın tamamı kemikte birikir ve kan yapıcı organımız kemik iliğini sürekli radyasyona sunuk bırakarak kan kanserleri ve kan hastalıklarından sorumlu olur. Cs-137 bütün metabolik yolları kullandığı için vücuda eşit olarak dağılır ve bütün organ dokularını radyasyona maruz bıraktığı için genel vücut kanserlerinden, erken yaşlanmadan (ömrün azalması), bağışıklık sistemi hastalıklarından (diabet) ve kadın ve erkek üreme organındaki üreme hücrelerini ışınıma uğrattığı için gelecek nesillerdeki genetik hasarlardan sorumludur (4,5).
Bu anlamda I-131’in biyolojik yarı ömrü 80-57 gün; Cs-137‘nin biyolojik yarı ömrü 70-110 gündür (10,11). Biyolojik yarı ömür süreleri üzerinde tam bir anlaşma yoktur ve yıldan yıla yapılan yeni araştırmalar ve Birleşmiş Milletler Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (IAEA) Uluslararası Radyasyon Koruma Kurulu’nun (International Commission on Radiological Protection) (ICRP)  tavsiyeleriyle bu süreler değişmektedir. Örneğin 1959 yılında ICRP’nin I-131 için verdiği biyolojik ömür 138 gündü. 1980’de ICRP bu süreyi 80 gün olarak düzeltti. Bazı araştırmacılara göre bu sürenin 57 gün olması gerekir (12). Aynı biçimde Cs-137’nin biyolojik ömrü iki farklı kaynakta 70 ve 110 olarak verilmektedir. (10,11)
Daha önceki yayınlarda “Kemikten atılımı pratik anlamda yok” diye bildiğimiz Sr-90’ın biyolojik yarı ömrü çeşitli kaynaklara göre 14 ila 600 günden 1000 güne; 18 yıla, 30 yıla ve en üst süre olarak ise 49 yıla kadar değişik verilmektedir. Bunun nedeni Sr-90’ın vücutta izlediği karmaşık metabolik yollardır. Bununla birlikte bütün atılım yollarının ortalaması olarak ortalama biyolojik ömrü 18 yıl kabul edilmektedir. Sr-90 ve diğer radyoizotopların atılım hızı vücut ve kemik metabolizmasının yaşa ve cinse, yaşam tarzına vb. bağlı farklılıklar nedeniyle cins ve yaş durumundan çok etkilenmektedir (13).
Bu durumda kaynaklarımıza ve hesaplamalarımıza göre nükleer santral kazalarının sağlık sonuçlarından ağırlıklı olarak sorumlu olan yukardaki üç elementten Sr-90’ın etkin yarılanma ömrü bütün yaş ve cinsler ortalaması olarak ortalama 11 yıl, I-131’in etkin yarı ömrü 7 gün ve Cs-137’nin etkin yarı ömrü de 70 ila 108 gün olarak kabul edebiliriz (10).
Nükleer santral tehlikesinin çok da uzun sürmediğini düşünüp yüreğinize bir ferahlık mı geldi? Yanılıyorsunuz; öncelikle bu etkiler santralden uzaktaki kurbanlar için geçerli ve radyasyon vücuda bir kere alındığında söz konusu. Ama nükleer santral kazası olduğunda radyasyon kirliliği bir günde, su sıkınca ateşin ve dumanın biten herhangi bir yangın gibi birden sonlanmıyor ki? Üstelik etki bir kere olsa da sağlık sonuçlarının ortaya çıkması 40 yıl ve nesiller boyu olabiliyor. 26 Nisan 1986’da olan Çernobil Nükleer santralı kazasının boyutun anlamak için 10 Mayısa kadar 15 gün boyunca Türkiye’yi de içine alan Avrupa ve Asya’da nereleri kirlettiğini Cs-137 cinsinden bir daha görmek isterseniz 2005 yılında Fransız ulusal radyasyon koruma ve nükleer güvenlik kurumu Institut de Radioprotection et de Sûreté Nucléaire’in (IRSN) tarafından 15 dakikada bir yapılan ölçümlerden üretilen canlandırmanın başlat okunu tıklamanız yeterli: http://www.irsn.fr/FR/popup/Pages/tchernobyl_video_nuage.aspx. Fukushima deniz yaylımı için de bu adresteki en alttaki hareketli simülasyona bakınız: http://cerea.enpc.fr/fukushima/index.html. Atmosfer yayılımını gösteren kaynak bulamadım, ama aradan geçen 6 yılda okyanus canlılarında ne gibi bir birikim oldu ve insana yansıması nasıl incelemek gerek, ama Türkiye için önemli bir tehdit oluşturmuyor.
1986 Çernobil ve 2011 Fukushima kazaları bir kez daha gösterdi ki nükleer yangın kolay sönmüyor, günlerce, aylarca devam ediyor ve radyasyonlu bulutlar fiziksel ömrünün yarısını, daha sonra, kalan yarısının, daha sonra yarısının yarısının yarısını…. sonsuza kadar azala azala da olsa; ete süte hürriyete yağdıra yağdıra dünyanın karalarını ve denizlerini iki kez dolaşır. Her yaşta, her nefes alışta, her süt ve süt ürünü tükettiğimizde; soframıza gelen her balıkta, yediğimiz ve yemeğimize kattığımız her besin maddesinde onu tekrar tekrar vücudunuza alıyor ve biyolojik yarılanma ömrünü yaşatıyoruz. Birikimli etki ömür ve nesiller boyu sürerken (14) beraberinde bu etkileri ölçüp, hesaplayıp önlem almamızı sağlayacak araştırma yasakları da hâlâ sürüyor. (8)
İşte bu yüzdendir ki sadece şehitler değil; nükleer santral kazaları da ölmez!
Kaynakça:
1.       Gürsoy, U. Barışta ve Normal Çalışma Koşullarında Akkuyu Nükleer Santral(ler)inin Halk Sağlığı Yönünden Risk Değerlendirmesi. Toplum ve Hekim, Eylül-Ekim 2000, 15(5).
2.       HEAL. İletişim Kiti: İskenderun Korfezi’nde Komurden Elektrik Üretimi ve Sağlık. http://env-health.org/IMG/pdf/heal_tr_iskenderunkorfezi_iletisimkiti_sub2016_final.pdf. Erişim Tarihi: 14.04.2016
3.       Soyberk, Ö. Nükleer Bir Kazada Çevre Kirlenmesi ve Toplum Sağlığı Sorunları. Çevre'85 Çevresel Etki Değerlendirmesi Sempozyumu, 5-7 Haziran 1985, İzmir, Dokuz Eylül Çevre Mühendisliği Bölümü.
4.       WHO. Nuclear Power: Accidental Relaeses-Practical Guidance for Public Health Action. Report on a WHO Meeting, 1-4 October 1985, Mol, Belgium:1987.
5.       Dvorak, V. Ionizing Radiation. in Last, J. M., Wallace B. R. (ed. by),  Cannor, E. B-C....(at al.), (ass. Ed. by), Maxcy-Rosenau-Last Public Health and Preventive Medicine, 13th ed., U.S.A. Prentice-Hall International Inc:1992.
6.       Collins, J. C. Health Hazards of Ionizing Radiotions and Radioactive Substances. in Hobson, W. (ed. by), The Theory and Practice of Public Health, Fifth Ed., New York, Toronto, Oxford University Press:1979
7.       Effective Half-Life. https://en.wikipedia.org/wiki/Effective_half-life. Erişim Tarihi: 14.04.2016
8.       Nükleer Tıp. https://tr.wikipedia.org/wiki/N%C3%BCkleer_t%C4%B1p. Erişim Tarihi:14.06.2016
9.       European Nuclear Society (ENS). Effective half life. https://www.euronuclear.org/info/encyclopedia/h/half-life-effective.htm. Erişim Tarihi: 14.04.2016
10.   Caesium-137. https://en.wikipedia.org/wiki/Caesium-137. Erişim Tarihi: 14.04.2016
11.   Kramer HG., Hauck BM., Chamberlain MC. Biological Half life of Iodine in Normal and Athyroidic persons. http://www.lanl.gov/BAER-Conference/BAERCon-46p027.htm. Erişim Tarihi: 12.04.2016
12.   Strontium-90. https://en.wikipedia.org/wiki/Strontium-90. Erişim Tarihi: 14.04.2016

13.   Elekro Manyetik Radyasyon. Güler Ç., Çobanoğlu Z. http://sbu.saglik.gov.tr/Ekutuphane/kitaplar/css32.pdf. Erişim Tarihi: 14.04.2016
Not: Nisan 2016 tarihinde Halkın sağlığı.org sitesinde yayınlanmıştır. Site yayınına son verince buraya taşıdım.

12 Ocak 2016 Salı

ÇİVİSİ ÇIKMIŞ BİR TOPLUMDA GRİP SALGINI NASIL YÖNETİLİR?
Umur Gürsoy, Halk Sağlığı Uzmanı
Karagöz-Hacivat oyununda olduğu gibi “Grip salgını geldi, hoş geldi!” Bazıları ne kadar adını ağızına almak istemese de yine ‘adı batasıca hayvan’ gribi idi. 2009’da başlayıp 2010’da sönen; dünyayı etkisi altına alınca adı en üst salgın düzeyi olan Pandemiye çıkan Domuz Gribi nedendir bilinir; Türkiye’yi çok sevdi.
Pek çok baş yöneticinin ve bazı tıp profesörlerinin sözlerine kulak veren başta sağlıkçılar olmak üzere milyonlarca kişi 2009 yılında aşılanmadıkları için domuz gribi hükmünü 2015-16 kış aylarında da sürdürüyor. Bir göğüs hastalıkları profesörü en çok izlenen haber saatinde televizyonlara çıkıp “aşı ticari bir oyun, korumaz; boş verin D Vitaminini şu beş otu yiyin” deyince toplum ilginç biçimde koskoca sağlık bakanlığı teşkilatına ve onun bağışıklama ile ilgili çok alanlı tıp bilimi kurullarına inanmıyor. 2009 Pandemisinde de zamanın başbakanı ve muhtemelen danışmanları da aynı şekilde düz mantıkla düşünüyordu, aşı olmadılar, Sağlık Bakanlığı ile ters düştüler ve bütün bağışıklama (toplum aşılaması) hizmetlerinin geleceği baltalandı.
Hiç kimse anti-virüs ilacının da bütün diğer aşılar ve bütün diğer ilaçlar gibi ticari mal olduğunu ve çoğunun yabancı ülke şirketlerinden alındığını vb. düşünmedi. Sağlık ekonomisinde de, klasik ekonomide de bunun adına bilanço deniyor: Aşı olmadık ne kaybettik; aşı olsaydık ne kaybedecektik? Ölümlerin az olması, hastalığın toplumsal zararının az olduğunun göstergesi ve kanıtı mıdır? Kaldı ki 2009 yılında salgının başlamasından bir ay sonra, artık, bütün grip vakaları domuz gribi kabul edilerek ihbar ve boğaz sürüntüsü (kesin tanı) zorunluluğu kaldırıldı. İnsanların hangi hastalıktan öldüğü bilinmediği için aynı Çernobil nükleer felaketinde ölenlerin sayısının sadece 31 itfaiyeci ile sınırlı kalması gibi bir durum Türkiye için de geçerli oldu. Belki 2009 salgınında gripten ölüm sayısını biliyorduk, toplam grip sayısını bilmiyorduk, bu yüzden salgını şeddetini hiçbir zaman hesaplayamayacağız. Aynı şekilde grip nedeniyle işe devamsızlık ve hastane yatışları ve tedavi giderleri (sokağa atılan ilaçlar dahil) nedeniyle kayıplarımızı hesaplamak için çaba göstermedik. Ebru Çobanoğlu’nun “Grip Aşılaması: Kanıt ve Kamu Politikaları Arasındaki Uçurum” başlıklı yazısını da böyle okuyorum: Bilinenler bilinmeyenlerin % kaçıdır? Her ne kadar salgın bilgisi evrenseldir ve uygulamaları bilimin ışığındadır, ama epidemiyoloji biliminin yer/zaman/kişi (toplum) ilkesine göre aynı zamanda ulusaldır ve toplumdan topluma görelidir (1).
Aşı olmayan toplum hastalanır, okulları kapalı kalır. Öğretmenler, sağlıkçılar, bankacılar, fabrikalarda çalışan işçiler, onları getirip götüren servis, otobüs, dolmuş vb. şoförleri, askerler, güvenlik görevlileri 3-7 gün çalışamaz veya verimsiz çalışırlar. Hastane ve hekime başvuru ve ilaç giderleri artar. Bütün kamu hizmetlerinde hesaplanabilir, ama baş yöneticilerce hesaplanmayan zarar oluşur. Ve toplumun risk gruplarında (çocuklar, gebeler, kalp, akciğer ve şeker hastalarında ve yaşlılarında) erken ölümler oluşur. Domuz gribi ve bütün aşı ile korunulabilen hastalıklar, aşı olmayanlardan oluşan toplum grubu için Allah’ın sopasıdırlar.
Biz halk sağlığı hekimleri tedavi (klinik) hekimlerinin aksine toplumu tek tek hastalara değil, bir bütün ve bütün yaş ve cins ve meslek gruplarına reçete veririz. Yani ne yapılması gerektiğini toplum ve ülke çıkarlarının tamamını düşünerek karar veririz. Aldığımız eğitim bizi sadece hastasına değil, toplumun bütün bireylerine karşı sorumlu yapar. Dolayısıyla halk sağlığı hekimine grip aşısını boşamak kolay değildir.
Siz gelin beni okuyun, ister yönetici ve ister sade bir yurttaş olun, grip salgınına karşı ülkemizin her sağlık kurumunca hazırlanmış olması gereken Grip Pandemisi Planı’ndan aldığım şu öğütleri kendinize uygulayın:
1.      Eğer Sağlık Bakanlığı’nın yüksek risk grubu olarak tespit ettiği aşağıdaki gruplardan iseniz hastalığınızı belirten heyet raporuna istinaden tüm tabiplerce reçete edildiğinde aşıların bedelleri kurumlarınca ödenmekte olduğundan grip aşınızı daha yaptırmadı iseniz bile hemen şimdi yazdırın ve aşınızı olun:
a.      65 yaş ve üzerindeki kişiler ve yaşlı bakımevleri ve huzurevlerinde kalan kişiler sağlık kurulu raporu aranmaksızın,
b.      Astım dâhil süreğen akciğer ve kalp-damar hastalığı olan erişkin ve çocuklar,
c.       Şeker hastalığı dâhil herhangi bir süreğen iç salgı bezi (metabolik) hastalığı, böbrek yetmezliği, hemoglobin yapım bozukluğu hestalığı (hemoglobinopati) olan veya kanser ilacı gibi bağışıklık baskılayıcı (immunosupresif) alan erişkin ve çocuklar,
d.      6 ay–18 yaş arasında olan ve uzun süreli aspirin tedavisi alan çocuk ve ergenler (11-21 yaş).
2.      Kamu hizmetlerinin aksamaması ve salgını yayılmaması için aşağıdaki meslek grupları üyesi iseniz hemen aşılanın:
a.      Kamu yönetimi açısından anahtar rol oynayan kişiler (Cumhurbaşkanı, başbakan ve hükümet üyeleri, illerde valiler ve müdür ve şube, okul müdürleri vb.,
b.      Başta doktorlar ve hemşireler olmak üzere sağlık personeli (Ambulans şoförleri ve laboratuvar personeli dahil),
c.       Aşı dağıtımından (varsa aşı üretiminden) sorumlu personel,
d.      Telekomünikasyon, elektrik temini, su temini ve toplu taşıma hizmetlerinin sürdürülmesinde anahtar rol oynayan kişiler,
e.      İtfaiye personeli,
f.        Polis teşkilatı, askeri personel, Sivil Savunma teşkilatında çalışanlar.
3.      Bu da benden: Bütün aile bireyleri olarak her iş veya okuldan her eve veya yemeğe oturuşta ellerinizi en az bir dakika köpürterek yıkayın (musluk başını köpüklemeyi unutmadan), insanlarla öpüşmeyin, ağzını örtmeden hapşıranların ortamından hızla çıkın.
Kur’an’da yazılı olmayan hiçbir şeye inanmayanların, komplo teorilerine ve psikolojik savaş propagandalarına inananların çok olduğu bir toplumda zor da olsa; domuz veya değil, herhangi bir grip salgınından ülkenin korunması ve baş edebilmesinin yukarıdakilerden başka bir yolu yoktur. Bu bir salgınbilim ve güvenlik ahlâkıdır.
Aşılanmanın zamanı her ne kadar salgın başlamadan önce idi ise de, bilimsel gerçekler gereği aşılandıktan hemen sonra başlayan koruma bir ay içerisinde giderek artar. Ayrıca her virüs aşısında ve virüs hastalığında olduğu gibi vücutta bir virüs varken diğer virüs vücutta hastalık yapamaz. Biz buna virüs interferansı (Virüsler arasında çatışma, aynı anda veya zaman aralıklarıyla iki değişik virüsün etkisine maruz kalan hücrede bir virüsün diğerinin etkisini azaltması veya ortadan kaldırması) diyoruz (2).
Yüksek risk grubundakiler ve yüksek risk grubuna girmeseler de risk grubundaki 5 yaşın altındaki çocuklar ve gebeler domuz gribi olsun veya olmasın, grip hastalığını genel toplum bireylerinden daha ağır geçirirler, yüksek risk gruplarındakilerin, gribe yakalanmış gebelerin ve çocukların hastaneye yatma olasılıkları ve ölüm tehlikeleri genel topluma göre daha fazladır. Bu ve yukarıdaki nedenlerle nedenle hangi yaşta ve gebeliğin hangi ayında olurlarsa olsunlar küçük çocukların, yüksek risk gruplarının, gebelerin ve yukarda saydığımız meslek grupları üyelerinin salgın zamanı grip aşısı olmaları önerilir. Grip aşısı yapılan gebelerin bebekleri de gripten korunmuş olurlar.

Yazıyı, halkinsagligi.org adresimizde daha önce yayımlanan Özlem Kurt Azap’ın “Domuz” değil “bildiğimiz” insan gribi! “ başlıklı yazısını da okumanızı önererek bitirelim.  Özellikle  Her yıl görülmesi beklenen grip olgularının bu yıl niçin gündemin ilk sırasına oturduğunu anlamak gerçekten zor. cümlesine benim de katıldığımı belirterek.

1. Çobanoğlu E. “Grip Aşılaması: Kanıt ve Kamu Politikaları Arasındaki Uçurum”. http://www.halkinsagligi.org/grip-asilamasi-kanit-ve-kamu-politikalari-arasindaki-ucurum-ebru-cobanoglu/#comment-202.

3. Azap Ö.K. “Domuz” değil “bildiğimiz” insan gribi!”. http://www.halkinsagligi.org/domuz-degil-bildigimiz-insan-gribi-ozlem-kurt-azap/#comment-201.

Not: Ocak 2016 tarihinde Halkın sağlığı.org sitesinde yayınlanmıştır. Site yayınına son verince buraya taşıdım.