26 Şubat 2013 Salı

HALK SAĞLIĞI İÇİN… 002


HALK SAĞLIĞI İÇİN… 002

“Hocaların hocası, hocam Rahmi Dirican’ın değerli anısına”

Umur Gürsoy

9.      Uzmanlık öğretmenim Rahmi Dirican, yazdığı son mektubunda bana “Yaşamını iyi bir şekilde kitaplaştır!” öğüdünü vermişti. Doğduğu ayda (d. 03.02.1928) onun öğüdünü gerçekleştirebilmekte, bu ülkenin “Halk Sağlığı Yaşamı” üzerine yazılabilecek kitaplara yararlı olabilecek bir “Halk Sağlığı İçin” yazıma daha başlıyorum. Henüz, halk sağlığı ummanının sahilindeyiz, sahilden fazla uzaklaşmaya gelmez; iyi yüzücüler daha çok boğulur. Kaldı ki ben değil iyi bir yüzücü; iyi bir sutopu oyuncusu dahi değildim. Bilmem hiç dünyanın en ağır sporlarından birisinin; sutopunun bir sporcusunu gördünüz mü? Hepsinin de Tarzan filmlerinde de oynayan Johnny Weissmuller gibi geniş ciğerlerini içine alacak geniş omuzları, dar kalçaları, uzun ve sağlıklı bir beden ve iskelet yapıları vardır.

10.   S. Altun’un 1199 sayılı Cumhuriyet Kitap’ta yazdığına göre 1978 Nobelisti Isaac B. Singer: “Modern şiirden hiçbir şey öğrenemezsiniz. Belki şairin mutsuz ve mutsuz olduğunu sanan bir kişi olduğunu çıkarırsınız. Belki de o mutludur da modaya uyarak mutsuzluğu abartıyordur.” demiş. Türkiye özelinde, ‘Modern şiir’in yerine halk sağlığı, ‘şair’in yerine de halk sağlıkçısı yazalım. Halk için halk sağlığı, modern şiir ve o şiiri yazan şair gibidir. Sahibi yoktur. Herkes halk sağlıkçısı olabilir (mi?).

11.  Son Yüz Yıllık Macera (Mudanya-Bursa-İnegöl-Yenişehir-İznik-Gemlik-Mudanya) Bisiklet Turu’nun (2012)  İznik molasının İznik Gölü kıyısındaki toplu akşam yemeğinde yeni tanışıp karşılıklı oturduğumuz üç bisikletçi arkadaş İstanbul’da farklı dallarda tedavi hekimliği yapan uzman hekimlermiş. “Sizi Ayhan Sicimoğlu’na benzetiyoruz; ‘hastanızız’, ağabey.” dediler. NTV ve İZ TV’deki programlarından tanıdığım müzisyen Sicimoğlu, beğendiğim bir kişilik olduğu için onlara teşekkür ettim. Sicimoğlu’nun yaşattığı “Hastasıyım” sözcüğü üzerine kaç halk sağlığı denemesi yazılır?

12.  Klinisyen sözcüğünün karşılığını TDK Güncel Türkçe e-Sözlük’te bulamadım. Ali Püsküllüoğlu’nun sözlüğünden sonra güncellenmiş Öztürkçe bir (karşılıklar) sözlük(ğü) de yok maalesef. Varsa da incelemedim, bilmiyorum. TDK’nun bu ataleti yüzünden Türkçe’de ‘Karşılıklar Sözlüğü’ ihtiyacını sanırım, kendini özgür internet sözlüğü olarak tanımlayan Wiktionary’nin Türkçe sürümü olan Vikisözlük karşılayacak. Ama, Vikisözlük’teki maddesinde ‘klinisyen’in anlamı olarak “Kliniklerde bakım görevlisi” yazıyor. Yani anlamı var ve eksik; karşılığı da henüz yazılmamış. İşlerimizin arasına sözlük ve ansiklopedi (Wikipedi-Wikipedia) madde yazarlığı da girmeli. Özellikle emekli hoca ve halk sağlıkçısı büyüklerimizin boş vakitleri için iyi ve deneyimlerini konuşturacakları bir alan. TDK sözlüğünde ‘klinik’ sözcüğünün anlamları var, ama onun üzerinden sözcük karşılığı yazarsak işin içinden çıkılamaz. Benim şimdi kullandığım anlamda ‘tedavi hekimi’ ‘klinisyen’e daha uygun bir karşılık. Öztürkçe aşığı Hacettepe’den genel cerrahi hocam Hüsnü Göksel yağmur istedi; yoksa “sağaltım sağın”ı mı deseydim?

Günümüzde internete aşina hiç kimse artık kütüphanesinde var olsa bile güncellenmemiş sözlüklerinde sözcük aramıyor. Zaten kitaplığınızı sırtınızda gittiğiniz yerlere götüremiyorsunuz, ama internete her yerde girebilirsiniz. Bu münasebetle ön masada bizi izleyen Zafer Öztek’in “Halk Dilinde Sağlık Deyişleri Sözlüğü”nün önemine hoş geldiniz diyelim (Şubat 2013). Zafer Ağabey’in bu sözlüğü e-sözlük haline getirip yayınlaması dileği ile.

13.  (Çukurova’da ve TÜİK’de) kış biterken:

Biliyorsunuz, TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) Hava kirliliği istatistiklerini Ekim-Mart ayları arasındaki 6 aylık (kış) dönem(i) için yayınlar. İstatistiksel olarak bu ülkede kış resmen Ekim-Mart arasında yaşanır.

Yüzölçümü Türkiye’nin yaklaşık 1/3’ü, 2011 yılı nüfusu bize yakın (62,6 milyon)  olan İngiltere (Birleşik Krallık)’deki ulusal hava kirliliği,  örneğin NO2, 1999 verileri ile ulusal denetleme ağındaki 80’i otomatik, toplam 1200 pasif ölçüm cihazı ile ölçülür. Yaklaşık her otomatik ölçüm istasyonunda yol kenarı (yolun 1-5 m yakını), orta uzaklık (yoldan 20-30 m uzaklıklar) ve arkaalan (yoldan 50 m’den daha uzaktaki yerler) ölçümleri yapabilen 15 pasif ölçüm cihazı vardır. Bu ölçümlere dayanarak yapılan geniş ölçekli bir araştırmada yoğun motorlu taşıt trafiğinin olduğu yolların çevresinin yakın çevresi NOx ölçümleri, orta derecede uzak noktalardakinden % 35-40; şehir arkaalanındaki ölçümlerden de % 60-70 daha fazla bulunmuştur.

2002 verilerine göre hepsi de Sağlık Bakanlığı bünyesindeki; ülke genelinde 69 il ve 7 ilçede olmak üzere; 76 yerleşim bölgesindeki toplam 198 istasyonda Kükürtdioksit (SO2) ve Asılı Partiküler Madde (duman) (Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi dokümanlarında bu şekilde geçmektedir-YN) ölçümleri gerçekleştirilmektedir. Sadece Ankara’da PM10, CO ve NOx ölçülmekteydi.

2010 verileri ile ülkemizdeki merkez ilçeleri de dahil olmak üzere belde ve köyler hariç nüfusun % 75’ine yakının yaşadığı 81 il merkezimizde ve toplam 1923 adet olan ilçelerimizde sadece 113 tam otomatik ölçüm cihazı vardı. Bunların 10 adedi İstanbul’un, 8 adedi Ankara’nın, 7 adedi İzmir’in, 4 adedi Adana’nın, 3’ü Kayseri ve Kocaeli’nin, ikişer adedi de Denizli ve Trabzon’un metropol ilçelerinde bulunuyordu. Kalan 74 ölçüm cihazının 73’ü diğer il merkezlerinde birer adet olarak dağıtılmış durumda; tek cihaz ise Çanakkale’de özel bir işletmenin “tesis etki sahası” içinde bulunuyordu.

Az sayıda Büyükşehir Belediyesi dışında Türkiye’de hava kirliliğini ölçen kurum ya da sivil toplum örgütü (devlet dışı örgüt-NGO) yok, ya da istatistiksel olarak verisine ulaşılamıyor. Her istasyonda ve ilde en az bir otomatik ölçüm istasyonunda SO2 ve PM10 ölçümü yapılıyor. 2010 verilerine göre sadece 10 ildeki 26 istasyonda azot oksitler, 8 ildeki 14 istasyonda ozon; 9 ildeki 20 istasyonda CO ve sadece Ankara’daki 8 istasyonda PM2,5 ölçümü yapılıyordu. 2010’da Türkiye’de hiçbir ölçüm istasyonunda çok ince (ultra-fine particles) partiküler madde ölçülmemekte idi.

2011 sonu itibarıyla çoğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ait ve Türkiye Hava Kalitesi İzleme Ağı’na bağlı sadece 123 adet tam otomatik hava kalitesi izleme istasyonu var. 2012 sonu sayısını saymadım. Çünkü böyle bir hazır istatistiksel bilgi-yıllık rapor vb olmadığı için Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı web sayfasına girip istasyonları tek tek saymak gerekiyor (bkz. http://www.havaizleme.gov.tr/Default.ltr.aspx). Bunların çoğu ise kentin havasını örneklemekten uzak sayıda ve yerlerdedir. İskenderun hariç hiçbir metropol olmayan ilçe ve beldede, birkaçı hariç organize sanayi bölgeleri ve termik santral sahalarında hava kalitesi (ağına bağlı olarak) izlen(e)miyor…/.

(Şubat 2013)

HALK SAĞLIĞI İÇİN… 001


HALK SAĞLIĞI İÇİN… 001

Ben olmayınca bu güller, serviler yok.

Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.

Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok.

Ben düşündükçe var dünya, ben yok; o da yok.

(Ömer Hayyam)

“21 Ocak 1954’de doğmuşum. 60. yaşım merhaba!”

Umur Gürsoy

1- Özgür internet ansiklopedisi Wikipedia’daki maddesinde “50 yaşına gelmeden önce bir kitap yazmak istiyordum ve bunun için oturup 4000 kitap okudum” diyen Yapı Kredi Bankası eski başkanı ve Yapı Kredi Yayınları eski genel yayın yönetmeni, romancı, denemeci Selçuk Altun, 2006’dan beri Cumhuriyet Kitap Eki için aylık “Kitap İçin” başlığı ile bir “Aforizma (Özdeyiş), alıntı, kıs(s)a” bölümü yazıyor.

Bir yazın adamı olarak objektif, verilere ve kanıta dayalı eleştiri ve bilgiler de içeren “Kitap İçin” yazılarıyla ve multidisiplinerlik ve kentsoyluluk açısından da örnek olacak üretken yaşam ve yazın öyküsü ile Altun’dan bilim insanlarımızın ve halk sağlıkçılarının öğreneceği çok şey var. Örn. 50 yaşınıza gelmeden önce kaç (halk sağlığı) kitap(ı) okudunuz?

Kitabının önsözünde: “Her bilim insanının (yazarın) bir eli diğer bilim insanlarının (yazarların) cebindedir”, diye yazan Nusret Fişek’i de anarak, Altun’un yöntemini ve biçemini halk sağlığına uyarlamaya çalışacağım.

2- Cemil Meriç: “Düşünce birliği düşünen insanlar arasında olur” diyor. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda bir dönem 12 sayı çıkardığım Bi Düz Bi Ters (Haraşo) Bülten’de “Halk sağlığının Kâbesi neresidir?” başlıklı köşe yazıma cevaben Necati Dedeoğlu’na o muhteşem el yazısı ile yazdığı mini mektupta Prof. Dr. Yusuf Öztürk: “Halk sağlığının Kâbesi Hacettepe Halk Sağlığı’dır” diye yazmıştı. Hacettepe sayesinde ‘Halk Sağlığı-Toplum Hekimliği ikilemini hâlâ aşamayan Ulusal Halk Sağlığı topluluğumuzda düşünce birliği var denebilir mi?

3- TV8 sabah kuşağında Seda Sayan'ın sunduğu Seda Sultan programında uzun süre kendisine halk sağlığı uzmanı denmesine itiraz etmeyen, uzunca bur süreden sonra kendisinin halk sağlığı uzmanı değil halk sağlığı doktoru olduğunu söyleyen Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nin kadınsı SHMYO Müdürü Eczacı Doç. Dr. Oğuz Özyaral, halk sağlığı uzmanı mı yoksa toplum hekimi midir? Hangi halk sağlığının doktorudur? (bkz. http://www.saglikuzerine.net/yard-doc-dr-oguz-ozyaral.html).

4- Anma notum için Google’a “Ocak ayında doğan/ölen halk sağlığı profesörleri” yazdım. Türkçe’de yararlı bilgi çıkmadı. “Born in January, professors of public health  ve Public health professor who died in January” yazınca epey profesör adı çıktı. Örneğin: Londra College Üniversitesi Epidemiyoloji ve Halk Sağlığı Profesörü Sir Michael Gideon Marmot 26 Ocak 1945’de doğmuş.

Sadece kendi ülkesi Amerika Birleşik Devletlerinde değil, daha da fazla Batılı dünyada da geniş ufuklar açan Amerikalı bakteriyolog ve halk sağlığı uzmanı Charles-Edward Amory Winslow ise 8 Ocak 1957’de bu dünyadan ayrılmış.

5- Milliyet Sanat Dergisi’nin Proust Anketini yanıtlayan Ali Poyrazoğlu: “Hayatınızın en büyük aşkı kim ya da kimlerdir?” sorusuna Tiyatro” yanıtını vermiş. Bu soruya “Halk Sağlığı” yanıtını verecek bir halk sağlığı uzmanı /halk sağlıkçı tanıyor musunuz?

6- Ali Poyrazoğlu’na sorulan soruları halk sağlıkçılar için sormaya devam edelim: Bir kadın halk sağlığı uzmanında aradığınız özellikler nedir?

7- Bir erkek halk sağlığı uzmanı için aynı soru.

8- Gerçek hayatta sevdiğiniz halk sağlığı kahramanları kimler? Cevabım: Çöp toplayıcıları (Ocak 2013)…/.

 

 

 

HANGİ MESLEK İLKELERİ?


İlk Yayın Tarihi: 12 Eylül 2009 Cumartesi


SORUNLARIMIZIN BÜTÜNCÜ VE GÖRELİLİĞE UYGUN ÇÖZÜMÜ HANGİ EĞİTİM VE MESLEK AHLÂKI İLKELERİNİ GEREKTİRİR?

Umur Gürsoy
Halk Sağlığı Uzmanı

YÖK vardır, ama sadece üniversitelerimizi yönetir, beynimizin içini değil.
Özgür Müftüoğlu


Özet:

Bu makalede, Türkiye’nin çağcıl ve bilimsel doğrularla yönetilememesinin nedeninin aydınlarımızı yetiştiren üniversitelerdeki bilim ve meslek eğitiminin, multidisiplinerliği, bütüncü ve göreli meslek yaklaşımını ve meslek sahiplerinde olması gereken bazı davranış ve meslek ahlâkı yeterliliklerini kazandırmayışı olduğu savlamaktadır.

Giriş ve Saptamalar

Günümüzde hem doğru hem de gerçek olan bir olgu vardır: İnsanlık tarihi boyuncu üretilen bilgi birikiminin öğrenilmesi ve uygulanması bir insanın yeteneklerinin ve belleğinin sığasını (kapasitesini) geçmiştir. Gerçek ve doğru sözcükleri çok anlamlı olup bazen çakışırlarsa da bu çakışma özellikle sosyal bilimlerde, dolayısı ile toplumsal ve siyasi konularda çoğunlukla gerçekleşmez. Oysa, bilimin ve insanlığın yüksek hedefi ve ülküsü bu çakışmayı sağlamak yani doğruları gerçek; gerçekleri doğru kılmaktır. Doğrusu şudur ki ne ‘gerçek’ ne de ‘doğru’ tartışılmaz değildirler; tüm evren için geçerli tek doğru ve tek gerçek bulmak zordur. Doğru ve gerçek, kişiden kişiye, toplumdan topluma, yer ve zamandan (çağdan) zamana ve de ideolojilerden ideolojiye değişiklik gösterebilir. Belki gerçeği doğru yapan zamandır. Çünkü ideoloji zamansaldır. Yani gerçek ve doğru için söylenebilecek en doğru ve gerçek yargı her iki kavramın da göreli olduğudur. Kimileri doğruyu bilimsel sıfatı ile niteler, ama özellikle kuantum fiziğindeki ve ekolojideki gelişmelerle deney ortamlarında kesin kes doğru ve değişmez ve de tekrarlanabilir olan kimi bilimsel doğruların evren ve eko sistemin bir başka yerinde geçerli, doğru ya da gerçek olmadığını göstermektedir. Toplumsal ve ideolojik olarak da bu böyledir. Sagan’ın “Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir” dediği gibi “Gerçeğin doğru olmaması doğrunu gerçek olmadığını göstermez”. İşte bu nedenledir ki Shaw’ın özdeyişindeki gibi, dünyada kesin ve değişmez olan bir şey yoktur. Bu düşüncelere en bilimsel destek Kuantum Fiziğinde Bohr’un Tamamlayıcılık İlkesinden gelir: Bu ilkeden çıkacak ders: Gerçek tek bir çerçeveye veya mantıksal yapıya sığdırılamayacak denli zengindir. Her bir çerçeve gerçeğin yalnızca bir parçasını betimleyebilir. Bu ders, bütün bilgi alanlarının tümüne taşınmalıdır.” (1).
Nitekim, Belirsizlik İlkesi ve Görelilik Kuramı’nın sosyal bilimler ve felsefedeki yansımaları hemen görülmüş ve Kaos Teorisinden tutun da bulanık mantık, Nasrettin Hoca’nın Karısına söylediği “Sen de haklısın.” cümlesinde olduğu gibi ‘Hem o, hem o’, ‘Hem sağcı hem solcu’ olunabileceğinden tutun da bu belirsizlik sonucu bilimce kanıtlanamayan metafizik yaklaşımların ve tanrının (yaratıcı) ve öbür dünyanın vb. var olabileceğine kadar uzanan tartışmalara yol açmıştır. Bunların sonucunda şimdiye kadar doğru ve gerçek bilinenler karşıtlarınca tartışmaya açılmış ve sorgulanmıştır. Düşüncenin değer bulduğu ve yasaklanmadığı; üniversiteleri köklü ve devşirilmemiş ülkelerde bilim dışı düşüncelere bilimsel tepkiler ve yanıtlar hızla verilmiş, zaten var olan bilim ve meslek eğitimi programları bu gelişmelere uyarlanmıştır. Popper’in “Evrenin tamamlanmamış, ucu açık” olduğunu savlaması; onun felsefi karşıtlarından Feyerabend’in “Akla Veda”sı; deneysel ortamlarda nedensel ve kesin olan bilimsel bilgi ve ilişkilerin evren ve ekosistem boyutunda belirsizleştiğini gösteren ‘Schneider’in Kedisi Deneyi’ bunların somut örnekleridir.

İdeolojilerce engellenmedikleri sürece, ‘gerçek’ ve ‘doğru’, bir birleşik kaptaki sıvı gibi az olandan çok olana akma, ama birbirini dengeleme, eşitleme eğilimindedir. Gerçek yanlış veya eksik ise uzun süreli olamamakta; aynı biçimde doğru, gerçek değilse gerçeğin doğrulaşması çok zaman almaktadır.

Ülkemizde hemen hemen her ülkede olduğu gibi aydınların ülkenin önemli karar alma noktalarında görev alan meslek insanlarının yetiştiği ve çokça bulunduğu kurumlar, üniversitelerdir. Gerek üniversiteli gerekse üniversitesiz aydınlarımız için de geçerli olan her disiplinin ve her mesleğin her şeyi bilmesinin zorluğu ve insanlığın yarattığı bilgi birikiminin bir kişi ya da bir bilim alanının yetenek ve bellek sığasının üzerine çıkması gelişmiş ülkelerde multidisipliner yaklaşımları ve uzmanlaşmayı zorunlu kılmıştır (2).

Önemli olan bilmediğini ya da eksik bildiğini bilmek ve mültidisiplinerliğe saygı göstermektir. Konusuna ve kendini ilgilendiren diğer mesleki ve bilimsel konulara bütüncü (holistik-tümel) yaklaşmayan; meslekî konularda ve meslek ahlâkı ve etiği konularında bütüncü eğitim almayan; kendi konusunda bile at gözlükleri takmış; geçmişte aldığı eğitim modelindeki ve bilimsel yaklaşımlardaki değişimi izlemeyenlerin çokça bulunduğu ve batılı anlamda entelektüeli (yok denecek kadar) az ülkemizde bu önem daha belirginleşir; toplumsal olarak zararlıdan öte yıkıcı etki boyutuna tırmanır (3). Ülkemizdeki bilim ve meslek eğitiminin yapılmasından ve düzenlenmesinden dolayısı ile aydın insan gücü yetiştirmekten ağırlıklı olarak üniversiteler ve bağlı oldukları üst yönetim kurumu adının herkesçe bildik kısaltması YÖK olan Yüksek Öğretim Kurumu sorumludur. Ne ki, yasaklı bir dönemin ve Anayasa’ya aykırılığı iddia edilemeyen bir yasanın ürünü; olan YÖK, bilime aittir; ülkemizin bilimini yönetir, ama Feyerabend’in de vurguladığı gibi, karar düzenekleri ve işleyişi bilimsel, demokratik ve özerk değildir (4).

Bilimin Yönetimi Bilimsel Değildir

Bilimin yönetiminin bilimsel olmaması anlaşılır bir olgudur, ama bilimin bilimsel olmayan konuları, ancak tarafların (öğrenci, idari ve akademik personelden oluşan üniversiter aktörlerin) eşit temsil hakkı ile kararlara katıldığı; olabildiğince bilimsel yöntemler kullanılarak, bilimsel önerilere ve geribildirimlere vb dikkat ederek, olabildiğince bütüncü yaklaşımlarla ve fakat demokratik bir biçimde karara bağlandığı zaman büyük çoğunluk ve bilim insanlarınca kabul görürler. Bilimsel konularda ise demokrasi yok gibi gözükse de bilimsel uygulamalar (teknoloji) toplumsallaşınca kesinliğini kaybeder ve görelileşir. Bilimin görelilik ilkesinden aldığı ders ve bu ilkenin diğer bilim alanlarına taşınması multidisipliner bilim ve meslek yaklaşımları ve sayısız mitin öğrettiği ve bugüne taşıdığı kadim değerlerlin bugünkü görüntüsü olan meslek etiği ve ahlâkı kuralları ile gerçekleşir. Özellikle yargısal ve politik kararlara (mevzuat) temel ve dayanak olacak bu tip bilimsel kararlar multidisipliner bilirkişi, bilim ve etik kurullarında uzlaşılarak alınmalıdır.

Neden Sorunları Çözemiyor ya da Çözerken Çok Yanlış Yapıyoruz?

Bu sorunun, kuantum fiziğinin Görelilik ve Tamamlayıcılık İlkelerinin bütün bilim alanlarına uygulanması dışında multidisiplinerliği gerektiren bir kaç nedeni daha var: Birkaç yıl önce doğru sanıp uygulamaya soktuğumuz yeniliklerin eksik, hatalı hattâ zararlı olduğu ortaya çıkıveriyor. Bu bilimsel bilginin doğasında var, ama bilim kuruluşları bir de bilimsel olarak bağımsız ve multidisipliner bir yapılanma ile yönetilemiyorlarsa; bilimin gelişmesini sağlayan yeni veya aykırı ve büyük olasılıkla var olana muhalif ve yenilikçi görüş sahibi bilim ve meslek insanlarının önü çeşitli yıldırma politikaları, yönetimsel baskılar veya demokrasi yasakları ile engelleniyorsa; akademik ve yönetimsel (mesleki) yükselmeler kariyerist değil de hiyerarşik ise, değişmeleri ve gelişmeleri izleyemeyen ve onlara kendini uyarlamayan ya da tek yönlü izleyen yapısıyla, bilimsel gelişmeleri, yeni uygulama yöntemlerini ve multisipliner meslek ahlâkı kurallarını, yetiştirdiği aydın ve meslek sahiplerine öğretemeyen sadece üniversiteler değil; aynı zamanda o üniversitelerin ülkesi ve ulusu da, giderek, başka ülkelerin çıkarlarına karşı korumasız ve yanlış yapar hale geliyor.

Oysa, başlangıcında ve 1940’lı-60’lı yıllara kadar görece daha yavaş olan ve bir insan yeteneklerinin ve anlama sığasının içine sığabilecek boyutta olan bilimsel ve teknik bilgi giderek artan bir hızla çoğalıyor, çeşitleniyor ve bu arada sürekli değişiyor. Örneğin sadece hekimlik mesleği bilimi (tıp) alanındaki bilginin % 50’sinin beş yılda bir değiştiği ve giderek bu sürenin 3-5 yıla düştüğü dillendiriliyor. Her ne kadar bu değişimin hızı temel bilgilerde bu kadar büyük ve o kadar hızlı değilse de, değişen bu % 50’nin bütünün neresinde olduğunun bilinememesi; değişim ve yenilikleri izlemeyi zorunlu kılıyor (5). Bu zorunluluk ve hızlı değişim bütün bilimlerde, giderek çok daha fazla uzmanlaşma eğilimini ve bir konunun birden fazla uzmanlık bilgisine gereksinimini aynı paralellik ve nedensellikle artıyor.

Her mesleki ve bilimsel değişim beraberinde meslek ahlâkı ve etiği değişikliklerini de getiriyor. Böylece ülkemiz için oldukça yeni bir kavram olan meslek ve bilim etiğindeki gelişmelerin de konuyla ilgili bütün bilim dalları ve meslek sahiplerince izlenmesi gerekiyor. Aksi olunca Nükleer Santrallerin Çevreye Etkileri’nin tartışılacağı bir panel öncesi yaptığı açılış konuşmasında bir üniversitemizin Alman Edebiyatı profesörü kökenli olan rektörü “Nükleer santrallerin bir sigara içimi kadar zararlı etkisi olmadığını” ya da veteriner kökenli bir anatomi profesörü olan başka bir üniversitenin rektörü basın önünde “Ben çevrecilere karşı değilim, ama bu ülkeye nükleer santral kurulması gereklidir” diyebiliyor. YÖK düzeninde rektörün evet dediği bir konuya hayır demenin başka bir çok olumsuzluğu da göze alabilmek demek olduğu ise üniversitelerimizdeki her bilim insanı tarafından zamanla öğrenilen bir gerçek. Rektörlerin atanmalarındaki ilkeler gereği bunun böyle olması yadırganmamalı, ama konumuz açısından bu utanılacak bir durumun kamuoyu önünde sergilenmesi demek.

Gelişmeye açık, tutucu olmayan bir kişiliği de barındıran bir meslek ve bilim insanı kişiliği, ancak uygun ve nitelikli bir eğitimle gerçekleşebilir. 80 adedi bulan çevre sağlığı mesleği ve uzmanlığı alanında eğitim ve öğretiminde izlenen eğitim modellerinden birisi olan ‘Bütüncü (Holistik) Eğitim Modeli’; neredeyse bütün bilim dallarından gelen bilginin öğrenilmesi ile elde edildiği için bütün bilim ve meslek alanlarına uygulanabilir. Biyolojik bilimleri veya sosyal bilimleri öne çıkaran diğer eğitim modellerine göre bu hızlı değişime ve çevre sağlığı konularının içerdiği multidisiplinerliğin gerektirdiği gereksinimleri karşılamaya bizce en uygun olanıdır. Bu modele göre: Hekimlik (tıp) ve halk sağlığı biliminin de içinde olduğu (çevre sağlığı) meslekler(i) (bilim insanları dahil) ve bilimler(i); biyoloji, fizik, istatistik (bilişimi de içine alan) ve sosyal bilimler olmak üzere dört farklı alanda temel bütüncü bir eğitimin birlikte veril(mesi gereken)diği bilimler ve mesleklerdir. Bu modelde, sosyal bilimler içerisinde en çok, temel sosyoloji ve psikoloji; sosyal ekonomi (makro ekonomik ilkeler ve eğilimler; devlet ve hükümet etme modelleri; özel ve halkçı (devletçi-kamucu) sektör modelleri; sağlık ve çevre ekonomisi ve sağlık ahlâkı felsefesi (etiği) öne çıkar. Bir (çevre sağlığı) bilim ve meslek insanından, temel sosyal, ekonomik ve politik yapıları ve etkenleri bilmesi; ekonomi, toplum ve hükümet arasındaki ilişkilerin farkında olması ve de çevre ve sağlık sektörlerinin yönetimini anlaması beklenir (6).
Henüz kişisel gözlemlerimle destekleyebildiğime göre ülkemiz ne yazık ki böyle bir eğitim modelinden büyük ölçüde yoksundur. Bu yoksunluk meslek ve bilim eğitimi veren üniversiter kurumlarda da vardır. Ülkemizde bilim insanlarına köklü, üniversitelerarası içerik birliği sağlanmış ve yeterli bir bilim felsefesi, bilim insanı mesleği ahlâkı, bilim etiği ve giderek en geniş kapsamıyla bütüncü bir bilim insanlığı eğitimi verilmesinde sorunlar ve büyük eksikler vardır. Örneğin, bilimlerin anası olan felsefenin ve bilimsel bilginin en önemli özelliği olan şüphecilik, bilimsel ve geleneksel bilginin ve inancın sorgulanması; bilim ve iktidar ilişkileri bilim insanı yetiştirme aşamalarında (doktora ve tıpta uzmanlık eğitiminde) yeterince öğretilmemektedir. Böyle bir eğitimi almayanlar arasından ve çoğunlukla da inbreeding (kendi içinde veya kendine benzeyerek) oluşan bu yüzden de akraba evliliklerinde olduğu gibi ilk eğitiminden gelen eksiklikleri ve sakatlıkları taşıma ve sürdürme olasılıkları yüksek akademik insan gücü ve bilim politikaları ile üniversitelerimizin üniversite olma özellikleri tartışılır hale gelmiştir.

Üniversitelerimizin bilimsel ve toplumsal yönden içine kapanıklığı, tutuculuğu ve fakat bununla birlikte karar alma noktalarına etkileri giderek artmaktadır (özellikle taşra üniversiteleri) (7, 8, 9). Çünkü bilirkişiler ve (çevre sağlığı başta olmak üzere) hukuka dayanak olacak standart ve izin verilebilir (çevre sağlığı) sınırlarını hazırlayan yönetmelik kurulları (ağırlıklı olarak) üniversitelerdeki bilim insanlarından ve onların eğittiği meslek insanlarından oluşan bürokratlardan oluşmaktadır. Bu durum üniversitelerimizin dolayısıyla YÖK’ün, (çevre sağlığı) meslek ve bilimler(i) üzerinden sonuçları ülke (enerji) politikalarında hatalı politik kararlar verilmesine de yol açan (tetikleyen) ikincil tehlikeli yan (domino) etkisidir. Bu konudaki kaynak taramam sürmekle birlikte multidisipliner ya da ilgili alanlardan bilim insanlarınca oluşturulan bir ekip kurulmadıkça tek bir bilim alanı içinde ve benim gibi üniversiter olanaklardan uzak bir birey için bu tarama oldukça zordur. Yine de kaynağın yokluğunun kanıtın yokluğun anlamına gelmediğini bu ülkede uzunca bir süre yaşayan her kendini bilen dürüst insan onaylar sanırım.
Bütün bunlar bir başka eksikliğe yol açıyor. Gerek mesleki gerekse bilimsel yönden ülke yönetimine kadar varan yüksek bürokrat ve teknokratları ve üniversitelerdeki öğretim üyelerimizi (özellikle profesörlerimizi) oluşturan bu kadar zeki (matematik, mantık ve dil zekası bölümü demek olan IQ’sü görece yüksek) (asker ve sivil) insan, kendileri ve aileleri de zararlı etki ile karşılaşacağı için aptallıkla eşdeğer olan bunca toplumsal zarara yol açabilecek karara ve suskunluklara neden imza atabiliyor veya böyle sonuçlara karşı istekli veya dirençsiz olabiliyorlar (Krş. Bergama’daki Siyanürlü Liç Yöntemi ile altın çıkarılması hakkındaki TÜBİTAK Raporu, Hava Kirliliği Kontrol Yönetmeliği, Radyasyon Güvenliği Tüzüğü vb.)?

Çünkü bu kişilerin çoğu:
a) Yukarıda sözü edilen sadece bilgi naklini (aktarımını) değil aynı zamanda yorum ve analiz yeteneği de gerektiren bütüncü eğitim modeli ile eğitilmemişler. Bu durumları onları, kendilerini geliştirirken, bütüncü anlamda istenen düzeye gelmelerini tesadüflere, kendiliğindenliğe (keyfiliğe) ve kişisel ilgilere ve zaaflara açık bırakıyor;
b) İlerlemiş yaşları ve gündelik işleri (idari iş ve ağır ders yükleri vb) nedeniyle mesleki ve bilimsel gelişmelerden (sürekli mesleki eğitim) kopmuşlar. Buna rağmen değişimi algılamadıkları ya da bunun dürüstlük olmadığını (meslek ahlakı kurallarını) bilmedikleri ve bunun sonuçlarını önemsemedikleri için bu onları eski bildiklerinde ısrar etmelerine yol açıyor;
c) İlk iki nedenden dolayı multidisiplinerliğin ve çevre sağlığındaki mesleki davranış yeterliliklerinin, meslek ve bilim ahlakının ve eksiklerinin farkında değiller;
d) Üniversite yöneticisi iseler seçilmiş değil, atanmışlar ve bu nedenle bilim insanı gibi değil resmi otoritenin sözcüleri, bürokratı ya da teknokratı gibi davranıyorlar (Bu onları iktidarların kabul edeceği seçenekleri yaratmakta kendilerini zorunlu görmelerine yol açıyor. Bunun sonucu ise bilimin siyasallaşması; farkında değiller);
e) Ve özellikle çoklu zeka kuramına göre, günümüzün küresel ekolojik sorunlarının algılanıp çözülebilmesinde çok gerekli olan doğa zekası ve duygusal zekanın ekolojik boyutu yönünden yetersiz, eğitimsiz ya da deneyimsizler (bu yönüyle geçmişte nükleer santralı içine sindiremeyen, Eski Başbakan Sayın Bülent Ecevit yüksek duygusal zekası ile bu kuralı bozan istisna ve bilimdışı olmasına rağmen az görülen olumlu bir örnektir) (10, 11).
Bütün bu özelliklerin en olumsuz sonucu, bu kişiler, kendiliğinden ya da aile içi nedenlerle oluşmamış; eğitim kurumlarında öğretilmemiş veya bildikleri halde toplum çıkarlarından çok kendi küçük çıkarları için uygulamadıkları meslek ahlâkı ilkeleri nedeniyle yüksek katsayılı zekâlarını akıllı olmak yerine kurnaz olmaya ve bu kurnazlığı toplumsal aklın değil kendi küçük akıllarının kullanımına sunarak, insan ömrü boyunca bir bütün olarak irdelendiğinde, kendilerini ve ülkelerini, kendi özyaşamlarına, ailelerine ve ülkelerine zarar veren aptalca bir yaşama mahkum edilmiş olurlar.

Meslek Sahiplerinde Bulunması Beklenen Davranış Özellikleri (Meslek Ahlâkı Kuralları)

Çok doğal olarak giderek daha da çok konu ile uğraşan artan sayıdaki meslek ve uzmanlık alanı ve onları yetiştirmekle ve bilimsel araştırma yapmakla yükümlü bilim dalları arasındaki ortak multidisipliner çalışmalar, hangi ilkelerle örneğin sorumluluk ve yetki önceliği (patronaj), kuvvetler ayrılığı; etik çalışmaya ilişkin kurallar ve birlikte çalışma vb; hangi meslekî davranış yeterlilikleri ile başarılabilir ve politik ve uygulamacı kararlar sağlıklı, bilimsel ve ülke yararı ve çıkarlarına uygun olabilirler? Bütün bunlar aslında, ülkemizde biçimsel (formal) eğitim dediğimiz belirli bir eğitim ve sınav anlayışının dışına çıkılamadığı için eğitim modellerinde nitelik ve içerik birliği ile verilemeyen; daha ziyade usta-çırak ilişkisiyle ve uygulamalı eğitim aşamalarında öğrencilerin herhangi bir sınava uğramadan kendiliğinden öğrenmeye ve oluşturmaya çalıştıkları; daha çok anlama, algılama ve analiz ve sentez gerektiren becerilerdir. İşte incelememizde ülkemiz için bizce çok yaşamsal bu “Meslekleri Sahiplerinde Bulunması Gereken Davranış Yeterlilikleri” yani gündelik dilde “Meslek Ahlâkı İlkeleri”şunlardır (6):

Meslek Sahiplerinde Bulunması Gereken Davranış Yeterlilikleri (Meslek Ahlâkı Kuralları)

1. Toplumsal davranışları merak etmek
2. Halk ilgilendiren konulara eylemli (aktif) ilgisi olmak
3. Yaptığı iş ve mesleğin gereklilik olduğuna bireysel kanısı olmak
4. Diğer bilimsel yaklaşımların liderliğinde veya ekibin bir parçası olarak çalışmak için iyiniyeti olmak
5. Diğer bilimsel yaklaşımların rolünü değerli bulma ve karşılıklı saygı
6. Sorun çözme noktasında diğer mesleklerin uzmanlığına duyulan gereksinimi tanıma yeteneği
7. Sorunların ve yanıtların bilinmediği durumlarda dürüstlük
8. Bağımsız öğrenme isteği
9. Personel gelişimi için çaba gösterme kararlılığı
10. Belirsizliklerle ilgilenme yeteneği
11. Deneyimlerin ışığında değişik düşünme ve gelişme yeteneği
12. Bireysel ve toplumsal dürüstlük
13. Kendi kendisinin önyargılarının farkında olma, nesnellik ve açık görüşlülük
14. Mesleği ile ilgili konularda (örn: Bilinçli çevre dostu ve sağlıklı yaşam biçimlerinde) yaşam biçimi ile örnek rol alma
15. Seçtiği iş alanıyla ilgili gurur duyma ve inanma duygusu
16. Seçtiği meslek yaşamında istek ve çalışkanlık
17. İnsan hakları ve demokratik ilkelerde kararlılık
18. Herkes için sağlık ilkelerinde kararlılık
19. İlgili konularda ısrarcı ve kararlı olma
20. Halkı ilgilendiren konularda ilkeli bir tavır alma için iyi niyet
21. Sorunlar üzerinde onurlu bir uzlaşma arayışı için iyi niyet
22. Uygun düzeydeki gizlilik gereksinimine saygı
23. Eylemleriyle ilgili sorumlu olma ve sorumluluk alma iyi niyeti.

Meslek sahipleri ve aydınlarda aranan ve her biri üzerinde uzun uzun düşünüp nice makale yazılabilecek ve çok sayıdaki davranış (meslek ahlâkı) yeterlilikleri, Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir,/ Sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır” dizelerinde söylemek isteğinin bütüncü meslek yaklaşımına ve görelilik ilkesine uygun meslek ve aydın yaklaşımlarının uzun ve çağdaş bir yorumudur. meslekler arası ilişkilerde yetki dağılımının, paylaşımının ya da eşgüdümlü çalışmanın sağlanması bu ilkelerin uygulanmasını gerektirir. Bu ülkedeki, meydanı boş bulmuş kirli enerji uzmanlarında ve Bergama’daki Siyanürlü Liç Yöntemiyle Altın çıkaran maden işletmesine karşı yürütülen yurttaşlık ve hukuk mücadelesi ve bilirkişi raporlarına karşı TÜBİTAK Raporu vb imza koyan; Çernobil Nükleer Felaketi sonrası üniversitelere ve bilim insanlarına araştırma ve açıklama yapma yasağı koyanlarda hiç bulunmayan bu yeterlilik ilkeleri (12, 13). Nobel ödüllü ünlü hayvan bilimcisi Kontrad Lorenz’in bir şirketin yönetim kurulu üyeleri için söylediği sözlerinde olduğu gibi: Özel hayatında son derece namuslu ve modern bir bilim insanının çokbilimli (multidisipliner) bir inceleme veya bilirkişi kurulu içinde sorumluluğu onbir kişiyle birlikte yüklenince birden zeki bir katil gibi davranmasını önlemek için gereklidir (14).

Son sözü ideolojilere de dokundurarak söyleyelim. İktidarların, F. Mayor’un sözcükleriyle: “basitçe görmezden gelerek, müdahale etmede yetersiz kalarak, önlem almayı reddederek, hukuki biçimciliğin ve politik felcin birbirini takviye ettiği karmaşık ve mükemmeliyetçi uygulamaların arkasına sığınarak halkı sömürmesine ve baskı altın almasına” (15) destek veren bilim insanlarının ve aydınların ihaneti hoşgörülemez, bağışlanamaz ve cezasız kalamaz.

Kaynaklar

1. Pekünlü, R., “Heisenberg Belirsizlik İlkesi: Kim Ne Dedi? Kuantumcular Nasıl Aslan Avlar!”, Bilim ve Gelecek Dergisi, Haziran 2005, Sayı: 16:47-57, 2005.
2. Karakaş, S., Bilimde Multidisipliner Yaklaşım, Bilim ve Ütopya, 12, 75, 72-75, Eylül 2000.
3. Edward Said, “Entelektüel-Sürgün, Marjinal, Yabancı”, Çev.: Birkan T., Ayrıntı Yayınları, 2. Basım, 2004, İstanbul, Türkiye. Arka Kapaktan: “Entelektüel, eskiden olduğu gibi, toplumda bir uzlaşma oluşturacak genel simgeleri yaratan biri değil, bu simgeleri sorgulayan, kutsal sayılan gelenek ve değerlerin iki yüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir eden; hiçbir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan kutsal metin gardiyanlarıyla mücadeleden çekinmeyen kişidir. Profesyonelleşmenin baskısı artarken, amatör kalıp kamusal alanda yoksullar, yok sayılanlar, güçsüzler adına kendi görüşünü ve tavrını temsil etmekte ısrar eden bireydir entelektüel. Hiçbir kahramana ve siyasi tanrıya inanmaz”.
4. Feyerabend, P., “Akla Veda”, Ayrıntı Yayınları, 1995, İstanbul, Türkiye. “Sayısız mit bize entelektüellerin ancak daha dün ve büyük mücadele vererek nihayet anladıkları bir şeyi anlatır: Doğduğu ortamdan koparılmış bilgi yıkıcı eğilimler taşır ve doğanın seyri bedelsiz değiştirilemez… Bilimin değer ve kullanımı ile ilgili kararlar bilimsel değildir; bunlar ’varoluşsal’ kararlardır; belirli bir tarz yaşama, düşünme, hissetme, davranma kararlarıdır. Bu gibi şeyler ne tür bir hayat istediğimize bağlı bağlı olarak iyi ya da kötüdür; yardımcı ya da yıkıcıdır”.
5. Gürsoy U: Eğitim Sorunlarının Neden ve Sonuçları. Toplum ve Hekim 47 (1):47-48, 1991.
6. Fitzpatrick, M., Bonnefoy, X., Guidance on the Development of Educational and Training Curricula, Environmental Health Services in Europe 4, WHO Regional Publications, European Series, No. 84, Denmark, Holland, 1999.
7. Ortaş, İ., “Üniversitelerin Yeni Yeni Öğretim Döneminde Eğitim Modelleri Sorgulanmalıdır”, Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi, 02.10.2004 tarihli elektronik posta yazısı.
asportas@mail.cu.edu.tr adresinden istenebilir.
8. Ortaş, İ., “Öğretim Üyesi ya da Bilim İnsanı Kimdir?” 27.01.2004 tarihli elektronik posta yazısı.
asportas@mail.cu.edu.tr adresinden istenebilir.
9. Ortaş, İ., “Üniversitelerin Öğretim Üyesi Yetiştirme Sorunu: Inbreeding (Kendi İçinde Çoğalma veya Kendine Benzeyerek Çoğalma)”, yazarla yapılan elektronik posta yazışması, yazının aslına yazarın
asportas@mail.cu.edu.tr adresinden ulaşılabilir.
10. Vural, B., Öğrenci Merkezli Eğitim ve Çoklu Zeka”, Hayat Yayıncılık, İstanbul, Türkiye, 2004..
11. Goleman, D., “Duygusal Zeka Neden IQ’dan daha önemlidir?”, 17. Basım, Varlık Yayınları, İstanbul, Türkiye, 2000.
12. Gürsoy, U., Enerjide Toplumsal Maliyet ve Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları, Türk Tabipleri Birliği, Ankara, 2004.
13. Amato Okuyan, Z., Şahin, Ü., TTB Bergama Raporu –2001 (Siyanür Liç Yöntemiyle Yapılan Altın Madenciliğinin İnsan ve Çevre Sağlığı Üzerindeki Etkileri ve Bergama-Ovacık Altın Madeninin Yaratacağı Risklerin Değerlendirilmesi), Türk Tabipler Birliği Yayını, Ankara, 2001.
14. Gürsoy, U., Dikensiz Gül Temiz Enerji (Doğu Akdeniz Çevrecileri Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Raporu), İskenderun Çevre Koruma Derneği Yayını, İskenderun, 1999: 7.
15. Bilim ve İktidar. Mayor, F., Forti, A., 4. basım, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 1997.