9 Temmuz 2015 Perşembe

ORUÇ SAĞLIK İÇİN BİR RİSK ETKENİ Mİ?
Umur Gürsoy
Ölüm orucu bozar mı?
Metin Üstündağ
Her Ramazan ayında, çoğu yerde lokanta, kahvehane vb. sahiplerinin özgür iradeleri ile gündüzleri bir ay kapanır; resmi kurum yemekhanelerinde (valilik, üniversite vb.) kaç çalışanın yemek yiyeceğini soran bir yoklama yapılmaksızın öğle yemeği hizmeti Ramazan süresinde kesilir. Devlet dairelerinde iş verimsizliği had safhaya varır; oruç tutan memurların çoğunun çeşitli yerlerde veya masa başında uyumalarına veya işe geç (ya da nöbetleşe) gelip erken gidişlerine karşı yönetimsel bir hoşgörü oluşur. Özel fabrikaların yemekhanelerinde ise Ramazanda yemek çıkmasına (iş veriminin düşmemesi için) işverenlerin pek karışmadığı anlaşılıyor.1, 2
2013 yılın 6 Ağustosunda, Ramazanın son günü (Arife), Verem Savaş Dispanserine izleme için çağrılan ve zaman zaman baygınlık geçirme ve nefesi daralma yakınmaları olan 24 yaşındaki erkek hastaya altı gün önce akciğer tüberkülozu tanısı konmuş ve tedaviye başlanmıştı. İşsiz ve imam nikâhlı olan hasta, kansız ve ileri derecede zayıftı. Kendisinin ve eşinin yeşil kartı olmayan hasta oruç tutuyormuş. Tansiyonunu ölçtük; düşük çıktı. Yakınmalarının, aldığı ilaçların (İzoniyazid, Rifampisin, Pirazinamid ve Etambutol) etkilerini ağırlaştıran sıcak aylarda ve sıcak bir bölgede (Çukurova) tuttuğu oruca bağlı olduğunu ve oruç tutmaması gerektiğini söyledik.
Bu yıl oruç tutan 45 yaşındaki bir yakınım öğleden sonra susuzluğu başladıktan sonra baldırlarında ve kasığında şiddetli ağrılar olduğunu söyledi. Ağrılar oruç tutmadığında veya oruçlu iken almasını söylediğim tek doz 100 mg aspirin içince geçiyor. Benim tanım: Kanın oruç (susuzluk) nedenli koyulaşmasına bağlı baldır kaslarındaki kılcal damarlarda mini tıkanıklıklar ve dokulara az oksijen gitmesi. Yakınımın bu öyküyü anlattığı bir başka hekim arkadaşı da beni doğrulayarak, oruç tutan genç bir hekimin de yakında kalp krizi geçirdiğini söylemiş.
Aklıma Selçuk Altun’un, Metin Üstündağ’ın “Hasar Tespit Çalışmaları” kitabından yaptığı: “Aklımda son bir soru italik: ÖLÜM ORUCU BOZAR MI?” ile “Yurtta sus cihanda sus.” ve k. İskender’in “Rahibinden Satılık Kilise” isimli kitabından yaptığı: “Gerçeği söyleyin: Hayatta mıyım doktor?” kelâm-ı kibarları (aforizma-özdeyiş) geldi.3
Bir ay (hicrî) takvimi ayı olan Ramazan, güneş (miladî) takvimine göre her yıl mevsimler arasında gezinir; belirli bir mevsimin ayı olmaz; her yıl, yaklaşık 11,5 gün daha erkene ve geçmiş mevsime doğru her 9 yılda bir önceki mevsime kayar.4 Bu durumda Müslümanlar bu yıl (2015) ve sonraki en az 4 yıl daha uzun ve sıcak yaz günlerinde (temmuz ve haziran) oruç tutulacaklardır. Örneğin, 18 Haziranda başlayan 2015 yılının ilk orucu ise Ankaralılar için 30 gün boyunca neredeyse hiç azalmadan 17 saat 13 dakika sürecek.5
Oysa, günümüz hekimlik biliminde sağlıklı besi düzeni için erişkinlerde yemek araları yaklaşık 5 saatlik üç temel öğün ve aralarında ara öğünler olarak düzenlenir ve sabah kahvaltısı başta olmak üzere öğün atlanmaması; sık ve az yenmesi öğütlenir. Bunun aksini yapanlar kısa ya da uzun dönemde kişiden kişiye değişen, başta sağlıklarında olmak üzere işlerindeki ve eğitimdeki vb. verimlilik düşüşleri, hastalıklı ve yeti yitimli (yaş ve işlerine göre kendilerinden beklenen yaşamsal iş ve olaylarda verimsiz) günler yaşarlar. Bunlara bağlı nedenlerle entelektüel ve sosyal yaşamlarında zorluklar ve ölçülebilir ekonomik zararlara neden olurlar. 30 gün süren Ramazan orucunun sağlığımıza ve sosyal yaşama olası olumlu ve olumsuz etkileri olmakla birlikte olumlu ve olumsuz etkilerin karşılaştırmalı bilimsel kanıtları araştırılmadığı için henüz yoktur.6,7
Toplum, sağlıkta risk grupları bakışıyla erkek ve kadınlardan, çocuk ve erişkinlerden; genç ve yaşlılardan, hastalar ve sağlamlardan ve de çalışan ve çalışmayanlardan; çalışanlar da az tehlikeli, tehlikeli ve çok tehlikeli işlerde çalışanlardan oluşur. Kimi işler vardiyalıdır ve kimi vardiyalar ve işler 12 saati aşar veya gece saatlerinde geçer. Kimi işler bürolarda, kimisi de yüksek sıcak veya çok soğuk ortamlarda, yer üstünden çok yükseklerde veya yer altının çok derinlerinde; farklı kalori gereksinimleri ile yapılır. Beyin gücü kullanımı yoğun, beyaz yakalı dediğimiz meslek üyelerinde (öğretmen, hekim, bilim insanı, mühendis, devlet adamı vb.) bütün işler gibi (entelektüel) üretimin niteliği, niceliği ve süresi açlıkla çok ilişkilidir. Yani toplumlarda iş bölümü ve çalışma yaşamı, orucun farz kılındığı M.S. 600’lü yıllardaki iş ve meslek sayısından çok daha fazla ve çeşitlidir.
Sağlığı etkileyen etkenler: A- Bünyesel B- Çevresel Etmenler olarak ikiye ayrılır:8 Yaş, Cins, Geçirilmiş hastalıklar, Ruhsal durum, Hareketlilik düzeyi, Beslenme düzeyi, Anne karnında karşılaşılan etkenler ve kalıtsal etkenler bünyesel etkenlerdir. Kalıtsal ve genetik olanlarla anne karnındaki etkilenmeler dışındaki bünyesel etmenler, kişinin günlük iş, yorgunluk ve iyilik durumundaki dengesi; çalışma kapasitesi; sağlık ve rahatlığını etkileyen birbirine geçmiş bir takım etmenlere bağlıdır. Dış Çevresel Etmenlerden Etkilenme Düzeyinin Kişiye Bağlı Değişkenleri diye adlandırabileceğimiz bu özellikler üç grupta incelenir.9 Oruç, bu değişkenlerden özellikle Beynin çalışma durumunu (Doğallığı, yoğunluğu, özel duygular ve olaylar karşısındaki beyinsel duruş-bakış açısı); Kasların çalışma durumunu (Kas çalışmasının enerji harcama, dinlenme ve hareket halindeki bileşenleri; hafif, orta ve ağır işler ve duruş değişiklikleri); İşin zamansal özelliklerini (İşin sürekliliği (devamlı mı, aralıklı mı); çalışmanın hızı ve ritmi; işin güne ve haftaya yayılışı; dinlenme aralığı ve süresi; çevre değişikliği hızı ve çevre faktörlerine karşılaşma süresi; uyku süresi); ve Kişinin Bireysel özelliklerini (yaş, cins, fiziksel durum; sağlık durumu, diyet dengesi ve enerji alımı; alışkanlıkları; çevre değişikliklerine uyumu; ekonomik durumu ve uyku durumu) doğrudan veya dolaylı olarak etkiler.
Bütün hastalıklar ve kazalar için de geçerli olduğu gibi şeker hastalarının, böbrek hastalarının ve kalp hastalarının ve yaşlıların oruç tutmaları kendi sorunları ve kişisel tercihleri olduğu kadar toplumun sağlık bütçesine zarar veren ve sigarada olduğu gibi keyfe bırakılamayacak kadar denetlenmesi gereken bir toplumsal maliyet yaratabilir. Bu durum (hasta iken oruç tutarak hastalığının ilerlemesi ya da dikkat dağınıklığı ve sinirlilik vb. sonucu yapılan trafik ve iş kazalarından doğan can ve mal kayıpları vb. nedeniyle) sigorta sisteminde sağlamların ve oruç tutmayanların ödediği payların tükenmesine neden olur. Zira uzun süre (Oruç tutanlarda olduğu gibi ortalama 17 saatten fazla) aç ve susuz kalanlarda şeker düşmesi (hipoglisemi) ve kan basıncı düşmesi (Hipotansiyon) ya da kan basıncı yükselmesi (hipertansiyon) ve de sıcaklık hastalıklarına (sıcaklık stresi, sıcaklık çarpması ve sıcaklık şoku) bağlı olarak çeşitli bedensel ve fiziksel hastalıkların, hastaların kullandığı ilaçların etki ve yan etkilerinin ve düşen dikkat ve performans nedeniyle oluşan kazaların şiddeti bireyin kişisel, yer ve zamana bağlı özelliklerine bağlı olarak artar; var olanlar şiddetlenebilir.10
Ülkemizin bugünkü bilimsel ve resmi istatistiksel altyapısı Ramazan orucunun sağlık ve sosyal yaşama olası olumlu ve olumsuz etkilerini (örn. Ramazanda oruç tutanlarda ölüm ve hastalık oranlarında, iş ve trafik kazalarında, iş veriminde vb. artış veya azalışı; oruç tutanların tutmayanlara göre beklenen yaşam ve yeti yitimlilik sürelerindeki artış veya azalmaları ve bunların hastalık yüklerini vb.) tam olarak hesaplamaya ve araştırmaya uygun değildir. Eğer bu etkiler toplumsal olarak hesaplanabilseydi, tıpkı kimi batı ülkelerinde bankacılık gibi kimi sektörlerde sigara içenlere yapılmaya başlandığı gibi her halde işverenler çalışanlarının oruç tutmasını istemeyebilirler; oruç tutan işçilere iş güvenliğini bozdukları için ya da sporculara performansları düştüğü için kimi yaptırımlar getirebilirlerdi.11
Ama asıl önemli olan, toplumdaki herkesi kendisi gibi Müslüman ve Sünni; oruçlu, sağlıklı ve çoğunlukta olduğunu kanıtsız zanneden bir toplum kesiminin; oranı nüfus artışına bağlı olarak artan ve çeşitli nedenlerle (sünni olmayan turistler (yılda yaklaşık 4 milyon kişi) dışındaki oruç tutamayacak kadar hasta olanlar, gayrimüslimler, Aleviler, dini nedenlerle oruçtan muaf olan çocuklarımız ve adet görme dönemdeki kadınlarımız) nüfusun oruç tutmayan en az yaklaşık % 40’lık bir kesimine kendi tekçi dini ritüellerinden birisini toplumsal maliyeti pahasına dayatması ve henüz kimse hesaplamasa da olası toplumsal maliyetlerini tüm ülkeye (her iki kesime de) ödetmesidir.11
Kaynakça
  1. Ramazanın ilk günü çalışanın oruç tutma oranı %32'ye geriledi. Wall Street Journal Gazetesi’nin 11.07.2013 tarihli Türkçe internet Gazetesi. http://www.wsj.com.tr/article/SB10001424127887323740804578599050527319888.html.
  2. Özkök, E., “Doğan Grubu'nun yüzde kaçı oruç tutuyor?”, 13.07.2013 tarihli Hürriyet Gazetesi, http://www.haberarz.com/medya/dogan-grubunun-yuzde-kaci-oruc-tutuyor-h21995.html.
3.      Gürsoy U. Halk sağlığı için…008. http://hsicinhakemsiz.blogspot.com.tr/2013/08/halk-sagligi-icin-008.html.
  1. Ramazan. http://tr.wikipedia.org/wiki/Ramazan.
8.      Toplum Hekimliği (Halk Sağlığı) Dersleri. Dirican, R., Hatipoğlu Yayınları, 1990.
9.      Hobson W, ed. The Theory and Practice of Public Health, 5th ed. Oxford: Oxford University Press,1979.
  1. Gürsoy U. Enerjide Toplumsal Maliyet ve Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları. Ankara: Türk Tabipleri Birliği;2004.
  2. “Fenerbahçe'de 'oruç' krizi”, http://www.turkiyegazetesi.com.tr/spor/18472.aspx.
12.  Halk sağlığı için.. 007 (Ramazan Özel). http://hsicinhakemsiz.blogspot.com.tr/2013_07_01_archive.html.

Not: Temmuz 2015 tarihinde Halkın sağlığı.org sitesinde yayınlanmıştır. Site yayınına son verince buraya taşıdım.

1 Temmuz 2015 Çarşamba

İL/İLÇE HIFZISSIHHA MECLİSLERİNİN GÖREVİ: SICAK HAVALAR ÖRNEĞİ
Dr. Umur Gürsoy
Çiçek hastalığının kökü kazındı, şimdi sıra kötü yönetimde.
Dr. D.A. Henderson
Bir arkadaşımın Adana’da vergi müfettişi olarak çalışan oğlu, öğle güneşinin kavurduğu işyerindeki elektrik tesisatının yükü kaldıramaması yüzünden iklimlendirme cihazlarının çalışmaması nedeniyle 4 gündür verimli çalışamadığından yakınıyormuş.
İletişim bilimci Prof. Dr. Ali Ergur'un 20-24 Ekim 2014 tarihlerinde Edirne’de yapılan 17. Ulusal Halk Sağlığı Kongresinde yaptığı açıklamalara göre, artık sürekli olağanüstü durumda yaşıyoruz. Çünkü bugün insanın ve toplumun yaşadığı hiçbir şey olağan değil. 18. Ulusal Halk Sağlığı Kongremizin ana konusu ise “Olağanüstü Durumlar ve Halk Sağlığı” olarak belirlerdi. Kongre 5-9 Ekim 2015 tarihleri arasında Konya’da yapılacak.
Önemli olan, hangi olağanüstü durumda ve durum hangi boyuta ulaştığında önlem almalıyız, buna karar vermek. Zorluk burada başlıyor. Çünkü önlem alma sınırı ve önlemlerin çeşidine karar vermek makro ve mikro düzeyde bir çevre politikası ve izin verilebilirlik standartları (ölçütleri)  oluşturmasını gerektiriyor. Yani devletin neyi olağanüstü durum kabul edip ne zaman, ne yapacağı, yani devlet etmek yol ve yöntemlerine devlet, kuvvetler ayrılığı ilkesine göre karar vermek ve sonra da yaşama geçirmekle görevli. Ne var ki teknik konularda bütün konularda politikalar ve mevzuat, bilim insanlarının raporları doğrultusunda, ama iktidardaki çıkar gruplarının çıkarları yönünde yapılıyor. Yıllar önce Hava Kirliliği Kontrolü yönetmeliği hazırlık komisyonlarına giren Mersin Üniversitesi’ndeki bir çevre mühendisliği bilim adamının bir toplantı arasında bana: “Hava Kirliliği limitlerimizi Avrupa sınırlarına çekseydik, bütün termik santrallarımızı kapatmamız gerekecekti” dediğini hiç unutmuyorum.
Olağanüstü durum çeşidinin çok arttığı ve oluşma aralıklarının çok sıklaştığı bir dönemde, devlet etme kurumlarının da (politika yapıcıların, uygulayıcıların ve denetleyicilerin yani yasama-yürütme ve yargının) bu hıza ve çokluğa ayak uydurması, uyarlaması gerek; ki bu bile bir devlet etme konusu (Neyi, neden, neyle,  nasıl, ne zaman ve kim vb.), ama her ince ve durum konusunda duruma özel mevzuat ve ölçüt oluşturulamayabilir. Oluşturulması durumun hızına yetişmeyebilir.
İşte sağlık ve özellikle çok sık (günlük, bazen anlık ve saatlik) değişen çevre sağlığındaki durumlar nedeniyle hızlı ve sık sık karar alınması, alınan kararların sürekli yeniden düzenlenmesi gereken ulusal, bölgesel ve yerel konularda devletin elinde böyle bir olanak var: Vilayetler ve kazalar Umumi Hıfzıssıhha Meclisleri (UHM) (İl/İlçe Genel Sağlığı Koruma Meclisleri).
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 23-28. Maddelerinde belirtilen özelliklere göre çalışan İl/İlçe UHM’lerin kararları bu yüzden kanun hükmündedir. Olağan olarak ayda bir kere; olağanüstü durumlarda (Ahvali fevkalâdede) valinin daveti veya halk sağlığı/sağlık müdürlüğünün talebi üzerine daha sık toplanan UHM’leri ve bölgenin sağlık durumlarını dikkate alarak şehir, kasaba ve köyler sağlık durumunu düzeltecek ve var olan sakıncaların giderilmesine yarayan önlemleri alırlar ve alınan önlemlerin yürütülmesine yardım ederler. UHM kararları valiler ve kaymakamlar tarafından yerine getirilir.1
Eskiden (70’li yıllarda) devlet işleri daha ciddi yürütülür ve teknik konulara küçük siyasetçilerin ve yerel yöneticilerin ikide birde karışamaması için sağlık müdürleri sanırım üçlü kararnameye benzeyen bir atamayla (Müsteşar, bakan ve başbakan) ve asil olarak atanırdı. Öyle olunca sağlık müdürü valinin memuru ve bir gecede görev yeri ve değiştirilebilen vekil olmadığı için yasadaki sağlık işlerinin hâkimi sağlık teşkilatı ve sağlıkçılar olur idi.
O zaman,  il/ilçede hava kirliliği, aşırı sıcaklar ve ramazan vb. nedeniyle hastalıklarda ve ölümlerde bir artış olup olmadığı rahatlıkla kaymakam ve valiye sunulur ve kimi zaman kış koşullarında alınan kimi önlemler (Gebe ve engelli çalışanların işe gelmemesi) vb. sıcak yaz günlerinde de alınabilirdi.
Her ne kadar günümüzde her yerde klimalı çözümler üretildiği söylense de Türkiye nüfusunun hangi yüzdesinin iklimlendirme koşullarına sahip olduğu ve günlük ölüm istatistikleri bilinmemektedir. Oysa, bütün kötü çevre koşulları gibi sıcak havalardan da en çok yoksullar, hastalar, doğurgan yaştaki kadınlar, yaşlılar ve çocuklarımız etkilenirler.
1960’lı yıllara gelen çocukluğumun radyo bültenlerinde haber okuyan tanıdık bir sesi, Temmuz ayı başında olsa gerek, tekrarlayan boğucu Çukurova sıcaklarında, usumda her yıl tekrar duyarım: “Adana Valiliğinden açıklanmıştır. Yaz mesaisi uygulamasına bu yıl da 01 Temmuz-31 Ağustos tarihleri arasında uygulanmaya başlanacaktır. Bu tarihler arasında resmi dairelerde mesai 07’de başlayacak olup, saat 14’.00’da sona erecektir. Halkımıza duyurulur.”
Küresel ısınma nedeniyle 2070’te Türkiye genelinde sıcaklıklar 6 derece kadar yükseleceği”, İstanbul’un hava sıcaklığının Adana gibi olacağı açıklanır, ama Adana ve Çukurova’nın sıcaklığının dünyanın neresi gibi olacağına kimse değinmez.2 Zira merkez medya için İstanbul, Türkiye demektir. Oysa Güney ve Güneydoğu illerimizin hava sıcaklığı da gelecek yıllarda bugünküne göre 3-4 derece daha fazla olacaktır. Örneğin, Temmuz ve Ağustos ayı uzun yıllar sıcaklık ortalamaları 28 derece olan Adana’da çöl sıcakları ile Temmuz 2015’te dahi gündüz saatlerinde gölgede 40’lı derecelere tırmanmıştır.3
Suudi Arabistan’da çalışan bir yurttaşımız, orada kamu kurumlarının ve işyerlerinin yazı aylarında gündüz kapılı olup, akşam açıldığını söylemişti. Benzer bir uygulamanın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de olduğu anlaşılıyor.4 Aynı uygulamaya 2007’de Türkiye’de de gidildiği anlaşılıyor. Ecevit hükümeti döneminde 2000’de de böyle bir uygulama olmuş ve bazı memurlar (engelliler, hamileler, kalp, tansiyon, astım, kanser gibi kronik sağlık sorunu olanlar) idari izinli sayılması için Sağlık Bakanlığı, valiliklere gönderdiği genelgede, illerdeki hava koşulları göz önünde bulundurularak gerekirse mesai şartlarının yeniden düzenlenmesini, çalışanların kanuni şartlar çerçevesinde izinli sayılmalarını önerilmiş, illerde uygulamayı valilere bırakmıştı.5 Zamanın Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Doç. Dr. Turan Buzgan, 4 yaşından küçük çocuklar, yalnız yaşayanlar, bakıma muhtaç olanların, gebelerin ve açık alanda çalışanların sıcaklıklardan özellikle korunmaları gerektiğini; sürekli ilaç kullananlar, bebekler, yaşlılar, hamileler, kronik hastalığı bulunanlar, alkol ve uyuşturucu madde bağımlısı olanların sıcaklar nedeniyle risk grubunda yer aldığını belirterek; aşırı sıcakların başta beyin olmak üzere çeşitli organlarda hasara neden olabileceği uyarısında bulunmuştu.
Bizde ancak terör saldırıları, trafik kazaları ve maden kazalarında vb. toplu ölüm kayıtları oluşuyor. Halk sağlığı ve uluslararası hastalık sınıflandırmalarında ölümlerin üç nedeni var: Temel-ara ve son neden. Şüphesiz aşırı sıcaklar ölümün temel nedeni olmasalar da ölümlerin son nedenlerine (hastalıklılığa ve ölümlülüğe) arttırıcı etki yaparlar ve yerelde hızla önlem alacak kararları gerektirirler.
Ama daha önce ilin ve ilçenin ölüm ve hastalıklarını günlük olarak yaşa ve cinse ve hastalık nedenine göre değerlendirecek bir kayıt sisteminiz ve ekibiniz olmalıdır. 2012 yılından beri Türkiye bütün il ilçe ve köylerinde ölüm ve ölüm nedeni istatistiğini günlük olarak toplamakta, ancak yerel düzeyde ve kamuya açık (şeffaf) olarak bil(e)memektedir. O halde Dünya Sağlık Örgütü Çiçek Hastalığı Küresel Eradikasyon Programı Eski Başkanı Henderson’un (87) söylediği gibi sıra “kötü yönetim”e geldi de geçiyor. 
Kaynaklar:
1. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu. 06.05.1930 tarihli ve 1489 nolu Resmi Gazete. http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/1489.pdf.

2. Küresel Isınmanın Türkiye'ye Etkileri, http://www.kuresel-isinma.org/bilgiler/item/197-kuresel-isinmanin-turkiyeye-etkileri.html.

3. Meteorolojiden 'Çöl Sıcakları' Uyarısı. 23 Temmuz 2015 Perşembe. http://www.haberler.com/meteorolojiden-col-sicaklari-uyarisi-7534238-haberi/.

5. 14 İlde, Sıcaklardan Dolayı Bazı Memurlar İdari İzinli Sayıldı. http://www.memurlar.net/haber/79874/

 

 Not: Temmuz 2015 tarihinde Halkın sağlığı.org sitesinde yayınlanmıştır. Site yayınına son verince buraya taşıdım.