13 Nisan 2019 Cumartesi

HALK SAĞLIĞI İÇİN… 017


YALNIZLIĞI(MI)N NEDENLERİ
Umur Gürsoy

İstanbul Tıp Fakültesi Çapa Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nın eski anabilim dalı başkanlarından, emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Şahende Övat Güray 26.03.2019 tarihinde İstanbul’da vefat etmiş. Kendisi ile çalışmadım ve tanışmadım. Kendisi hakkında yazıştığım ve ölüm haberini bizlere duyuran öğrencilerinde  Prof. Dr. Ayşe Emel Önal, Övat Hanım’ın özgeçmişi ile ilgili daha fazla bilgi derleyemedi ve kızı Jale Güray ile öğrencileri Prof. Dr. Selma Karabey ve Doç. Dr. Hülya Gül’ün ismini verdi. Kızı Jale Hanımla 7 Nisan 2019’da telefonda görüştük ve gereken özgeçmişi annesinin bilgisayarından bulup gönderdi. Olan Övat Hocamız, hakkın rahmetine kavuşmuş.
Kızı sevgili Jale Güray Sezgin’in bana yolladığı 12.04.2019 tarihli internet mektubundan ve Övat hocamızın Facebook hesabındaki herkese açık bilgilere göre Övat Güray’ın 22.04.1931 İstanbul doğumlu olduğu; 1951 Ankara Kız Lisesi ve 1972 Ankara Tıp Fakültesi mezunu olduğu anlaşılıyor. Çalışmalarının çoğunu internet öncesi zamanlarda yapmış hocalarımızın bilgilerine ve yayınlarına ulaşabilmek öğrencilerinin elinde, ama Övat Hoca’nın internet ve bilgisayarı yetkinlikle kullandığı anlaşılıyor.
Övat Güray, 1962’de Koruyucu Hekimlik ve Halk Sağlığı Uzmanı, 1966’da Hijyen uzmanı, 1967’de Hijyen - Koruyucu Hekimlik ve Halk Sağlığı Doçenti ve 1972’de Hijyen - Koruyucu Hekimlik ve Halk Sağlığı Profesörü olmuş. 1973’e kadar Ankara Tıp, 1997’ye kadar Çapa Tıp Fakültelerinde biliminsanı olarak çalışmış ve yaş Nisan 1997’de haddinden emekli olmuş.
İlgi alanı olan çevre ve işçi sağlığı konularında 100’den fazla bilimsel yayını ve iki de kitabı var. Özgeçmişinde belirtilen çalıştığı yurt dışı kurumlardan Almanca ve İngilizce bildiği anlaşılıyor.
Övat Hoca, aynı zaman, İstanbul Bayrampaşa Rotary Kulübü Derneği kurucu başkanı bir duayen Rotaryenlerden olup, ilk Türk kadın Rotary Kulüp Başkanı ve dünyadaki ilk 10 kadın Rotary kulüp başkanından biridir.
Aşağıdaki 1986 yılındaki Cumhuriyet Gazetesi haberine göre Bu ülkenin halk sağlığı tarihinde güzel bir etkisi olan Şahende Övat Güray hocamıza Allah'tan rahmet diliyorum.
Not: Bu vesile ile Övat hocanın etkisini ve Cumhuriyet haberin boyutunu fark edebiliyor musunuz? Bu gün herhangi bir halk sağlığı profesörü böyle bir açıklama yapmaya cesaret etse bile ulusal bir gazetede ne kadar satır haber olabilir? Belediye başkanı muhatap olup size bu uzunlukta yanıt verebilir ve bundan da önemli bir halk sağlığı konusunda kent halkının bilgilenmesi sağlanabilir?
Dalan’ın söyledikleri ne kadar tanıdık ve eskimemiş değil mi? Övat hocanın açıklamasına Dalan’ın verdiği yanıttan yaklaşık 2 ay önce 26 Nisan 1986’da Çernobil Nükleer Felaketi yaşanmıştı ve bu kez de Enerji bakanı Cahit Aral ve C. Başkanı Kenan Evren televizyona çıkıp çayda radyasyon olmadığını kanıtlamak için ekran önünde çay içmişlerdi, ama Övat Hoca ve onun gibi hocalarımız bugünkü kadar yalnız değillerdi. Söyledikleri haber değeri taşıyordu.

Cumhuriyet-28.6.1986 Günü 11. Sayfa - Cumhuriyet Arşivi

“Anakent Belediye Başkanı Dalan "Şehir suyuna lağım karışıyorsa, 110 yıldır karışıyor, taze haber değil. Bu haberler tamamen yalan, halkın psikolojisi ile oynanıyor" dedi. İSKİ Genel Müdürü Atom Damalı "Panik yaratan bilim adamlarının amacı, halkın sağlığı değil, başka bir şey olmalıdır" diyerek Prof. Dr. Övat Güray hakkında halkı tedirgin etmekten suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.
İstanbul Haber Servisi
İstanbul Anakent Belediye Başkanı Bedrettin Dalan, "İstanbul'da şehir suyuna lağım karıştı", "Musluklardan mikrop akıyor" şeklinde basında yer alan haberlerin kesinlikle asılsız olduğunu öne sürerek "Getirin, istediğiniz çeşmeden su içeyim. Tamamen yalan olan bu tür haberlerle halkın psikolojisi ile oynanıyor" dedi. İSKİ Genel Müdürü Dr. Atom Damalı, panik yaratan bilim adamlarının amacının halkın sağlığı değil, başka şeyler olduğunu iddia etti ve İstanbul halkını tedirgin ettiği için dünkü gazetede konuya ilişkin sözleri yer alan Prof. Dr. Övat Güray için savcılığa suç duyurusunda bulunacaklarını bildirdi. İstanbul'un şehir suyu şebekesinin 110 yıldan bu yana kullanıldığını belirten Dalan, "Şehir suyuna lağım karışıyorsa 110 yıldan bu yana karışıyor demektir. Bunu, taze habermiş gibi ortaya sürmek bence psikolojik açıdan yanlıştır" biçiminde konuştu. Dalan, Istanbul'da şehir suyuna lağım karıştığı yolundaki haberlerin kesinlikle asılsız olduğunu öne sürdü. İstanbul'un şehir suyu şebeke kanallarının son 2 yıldan bu yana hızlı bir şekilde yenilendiğini kaydeden Dalan, her gün 90 ayrı yerden alınan örneklerle suyun kontrol edildiğini de söyledi. Dalan, kırık ve eskimiş borulardan bazı sızmalar olabileceğini öne sürerek "kirlilik oranı limit üstü çıkan yerlerde tamirat yapılıp onarılıyor. Bu olaylar abartılıp halkın psikolojisi ile oynanıyor" dedi. İSKİ Genel Müdürü Atom Damalı, dün bir gazetede yer alan habere değinerek "Panik yaratan bilim adamlarının amacı halkın sağlığı değil başka şeyler olmalıdır. İstanbul halkını tedirgin ettiği için, Prof. Dr. Övat Güray hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunacağız" dedi. Damalı, İstanbul'un değişik semtlerinden her gün 90 örnek alınıp bu örneklerin bulanıklık, PH (sertlik oranı) klor ve koliform ölçümlerinin yapıldığını belirterek "100 numunenin 3 ya da 4'inde koliform çıkabiliyor. Bu 24 saat içinde anlaşıdığı zaman gerekli önlemleri alıyoruz " dedi. İstanbul'un 7 bin kilometrelik şehir suyu şebekesi bulun Ömerli'den tasfiye kapasitesinin 2 misli su veriliyor İSKİ çevrelerinden alınan bilgiye göre, (İstanbul'a günde 1 milyon litrenin üzerinde su veriliyor. Ömerli Barajından 600 bin, Torkos'un 400500 bin, Elmalı'dan 40 bin metreküp suyun yanında çeşitli artezyen kuyularından da su çekiliyor. Ancak bazı uzmanlar, Ömerlinin tasfıye kapasitesinin günde 300 bin metrekup olduğunu ve halen kapasitenın iki misli su verildiği için tasfiyede önemli açıklar ortaya çıktığını belirtiyorlar. ISKİ'ye yakın kaynaklar, "barajlardan çıkan suyu pınl pırıl" olarak nitelendiriyorlar, ama "istisna olarak kaçak su hatlarına foseptiklerden kansan sızıntılar olmuyor değil. Şebekeye girdikten sonra olacak kirlenme bizim dışımızda, o, İstanbul'un altyapı sorunu. tSKl'nin son yıllarda yatırımlarını düşünürsek, bu konuyu pek abartmamak gerek" diyebiliyorlar. İSKİ, her metreküp suya 3 gram klor atılarak günde yaklaşık 3 ton klor kullanıyor Ayrıca kentiçinden çesitli örnekler alınarak tahlil ediliyor. “
78. Çukurova'ya bahar hızlı gelir. Bahçemdeki, 20 yılda 30 metre boya ulaşmış karaçamın tepesine kadar çiçeğe sürünmüş mor salkım, karaçamla aynı boyda olmasalar da aynı yaşta ve üç metre yanındaki fıstık çamına ve onun da üç metre yanındaki Karatepe meşesine da atlamış. Bir başka köşedeki erguvan, mor çiçeklerini dökmeye başlamış bile. Yanında yediveren limon çiçeğe durdu. Kara limon, mandalina ve mayıs portakalları çiçek açmak için gün değil saatleri sayıyorlar. Güller tomurcuklanmış; Malta eriği ve kayısı meyveye durmuş bile. On gün sonra da sıra zeytinlerin çiçeklenmesine gelir. Sonra da yaz gülleri, kırmızı borazan sarmaşık ve Akdeniz’in gelin duvakları, duvar güzelleri begonvillere.
Kızılgerdanın bahçeyi şenlendirmesine az kaldı. Kırlangıçlar geldiler, ama bize uğramadılar, zira yuvalarını yaptıkları eski ahşap viraneler son üç yılda yıkıp yerine çok katlı beton apartmanlar dikildi ve kırlangıçları bağlayan bir şey yok artık, bu şehirde; ne küçük çamurlu göletler ne de havada uçuşan sinekler. Eski ahşap evlerin yıkılması kırlangıç ve kuşların yuvalarıyla birlikte onların besin kaynaklarını da yok etti. Sinek ve ahşap ev olmayınca yarasalar da çekildi kentten. Zaten yaklaşık on yılı aşkın süredir kentte sivrisinek de tek tük. Çünkü belediye ve sıtma savaş ekipleri günde en az iki kez mahalle aralarını sokak sokak havadan ilaçlıyorlar. Sivrisinekleri yok eden ilaç insan gibi büyük canlılara ve mahalle aralarında hâlâ varlığını sürdüren küçük keçi ve koyun sürelerine ve onların satılan sütlerine ve süt ürünlerine ve yenilen etlerine ne yapıyor acaba?
Geçtiğimiz yıl karaçamın dallarını işgal edip kumruları kovalayan kargalar da bu yıl etrafta görünmüyorlar. Bir karaçam onlara yetmiyor demek ki. Ahşap evlerle birlikte onların içinde en azından birer tane bulunan  dut, bir servi veya bir üzüm asması çardağı olan küçük bahçeleri de yok oldu. 
Etraftaki son portakal bahçesi kesilip apartmana verilince iki-üç yıldır bahçeme iki karatavuk çifti taşınmıştı. Tabii evimi yaptırdığım günden beri her yerde gördüğüm gürültücü; ötüşleri Adam Levin’den dinlediğim “the moves like Jagger” şarkısının ara nağmesi gibi (https://www.youtube.com/watch?v=iEPTlhBmwRg) olan Arap bülbüllerini, ağaçların yüksek dalları arasından bir türlü göremediğim için hangisi olduğunu bilemediğim bülbül ötüşlü kuşu (muhtemelen bülbülün ta kendisi) bir türlü göremedim. Bu kuş, sabahın erken saatlerinde de ötüyor, ilerleyen saatlerinde de, ama bülbül gibi dem çekiyor. Bülbül sabahın erkeninde mi öter sadece? Onlar benden önce ve daha Çukurovalı.
Her sabah yatak odamın penceresinde dem çeken, kuğuldanan kumruları saymıyorum bile.
79. Bir Melami gibi yaşadığım bu güzel coğrafyada, üstelik ayağıma kadar inmiş bu güzel doğada neden kendimi yalnız ve mutsuz hissediyorum? Mutsuzluğumu yalnızlığım mı yaratıyor yoksa yalnızlığım mı mutsuzluğumu? Hayır, biliyorum, mutsuzluğumu yalnızlığım yaratmıyor; onun daha kişisel, ulusal ve siyesi nedenleri olmalı; onlara şimdi girmeyeceğim, ama yalnızlığımın nedenlerinin de kişisel olduğunun düşünüyorum. Hatta, yalnızlığım beni daha mutlu ediyor; okumaya devam edin, mutsuzluğumun da yalnızlığımın nedenlerini ve hatta mutlu olmak için yalnızlığı seçmemin nedenlerini(n bazılarını) ve de halk sağlığı ile ilgisini (belki) bulacaksınız.
80. Tahmin ettiğiniz gibi, Paul Auster'in yeni bitirdiğim otobiyografik romanındaki gibi “Yalnızlığı(mı)n Keşfi”ne çıktım. Pek fazla edebiyat dergisi izleyemesem de kendimi bildiğim ve ilk yayınlanmaya başladığından beri (ilk adı Çerçeve idi) her hafta Perşembe günü Cumhuriyet gazetesine ve beraberinde Cumhuriyet Kitap (CK) ekini alırım. CK’ta tanıtımı yapılan çok az kitabı beğenmediğim oldu. Çoğu kez kitapları okumasam da okumuş gibi ‘ahkâm kesme’me neden olan Cumhuriyet Dergi’deki kitap tanıtım yazılarıdır.
Geçen aylarda CK’ta tanıtımı yapılan Auster’in sözünü ettiğim romanını, önceki hafta da Marc Augé’nin “Evsiz Bir Adamın Güncesi”ni ve Alberto Manguel’in “Dönüş” isimli kısa romanını okudum.
“Evsiz Bir Adamın Güncesi”nde, emekli maaşının yarısından fazlasını boşandığı iki karısına nafaka olarak veren, yüksek gelen kirasını ödeyemeyince evini boşalıp tası tarağı satarak eski otomobilinde yatmaya başlayan bir 60 yaşındaki bir Fransız’ı anlatılıyor.  Augé, gündelik yaşam mekanlarına ilişkin çok sayıda incelemesi bulunan ilişkilerin, tarihin ve kimliğin kaybedildiği alanlara (yok-yerler, yer-olmayan, yer-dışı, non-places) sözcüğünü kullanan 1935 doğumlu bir antropolog-etnolog düşünür. Önemi giderek bizde de anlaşılacaktır.
 “Dönüş”te ise tam da Augé’nin anlatmak istediği bir konuyu, yaşamını Roma’da sürdürürken yıllar önce terk etmek zorunda kaldığı ülkesine ve kendisi için artık yaşamayan bir yere ait olan terk ettiği kente dönünce tanıdık hiçbir eski arkadaşını ve eski mekânı bulamayan ve kentin geri kalmışlığını ele veren çirkinliklere ek geçmişin kayıplarıyla sakat bir kent manzarası bulan bir adam anlatılıyor.
Son olarak da 21 Mart 2019 tarihli CK’ın 1518. Sayısında beni etkileyen Oğuz Demiralp’in ‘yalnızlığım’a pek çok açıklama getiren “Yalnızlık” başlıklı bir yazısı vardı. Yazıda, henüz Türkiye’de yayınlanmadığı anlaşılan ve yalnızlığa farklı bir bakış getiren bir kitap; Philippe Delerm’in “Quelque Chose en Lui de Bartleby” (Onda Bartleby’den Bir Şeyler Var) isimli romanını tanıtıyor. Yazıda bir de istatistiksel bilgi verilmiş. Dünya Ekonomik Forumu’nun (Davos’daki ekonomi toplantılarını düzenleyen hükümet dışı örgüt: WEF) bir çalışmasında insanlığı 2019’da (belki de daha da sonraki gelecekte) bekleyen en önemli tehdidin 1- Yalnızlık, 2- İklim Değişikliği ve 3- Küresel ekonomik zayıflık, olduğu yazılmış.
Demiralp’in yazısından aynen alıyorum: “Yalnızlık en önemli tehdit. Gene aynı çalışmaya göre, yalnızlık günde 15 sigara içmek kadar toksik, küresel düzeyde bulaşıcı, yalnız yaşayan insan sayısı tarihin en yüksek düzeyinde. Paris’te insanların %50’ı, Stockholm’da ise %60’ı yalnız yaşıyor. İngiltere’de tek kişilik hanelerin sayısı 1960’lardan buyana iki misli artarak %31’e çıkmış. ABD’de yakın arkadaş sayısı 1985’de 3 iken 2004’de 2’ye düşmüş. Çin’de insanlar yalnızlıktan yakınıyormuş. WEF yalnızlığın faturasını da çıkarmış: 2010’da dünyaya 2,5 trilyon dolara patlamış yalnızlık. İşin içine mangır girince hareket geçer hükümetler. İngiltere’de bir Yalnızlık Bakanlığı kuruldu. Vatandaşların hem ruhunu hem de cebini düşünüyor, görüyor musunuz kamu yönetimindeki başarıyı?”
Ülkemizin de bu konuda o kadar yüksek olmasa da benzer bir eğilime girdiği anlaşılıyor: TÜİK verilerine göre Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre; ülkemizde tek kişilik hanelerin oranı 2014 yılında %13,9 iken 2017 yılında %15,4’e yükseldiği ve 3,3 milyona çıktığı görülüyor. 4 yılda artış oranı % 10,8. Yine de tek kişilik hanelerin oranlarını en yüksek olduğu illere bakılırsa (Tunceli, Giresun, Eskişehir, Çankırı ve Artvin) Eskişehir hariç tutulursa (bu ilimizde de tek kişilik öğrenci aileler olabilir), diğer illerin Türkiye’nin iç göçmen işçi oranı en yüksek iller olduğu düşünülmelidir. Bu nedenle gelişmiş batının tek kişilik ailelerinin nedenleri ve yalnızlığı ile bizimkilerin yoksulluğun ya da benzer nedenlerin doğal sonucu olan yalnızlıklarıyla kıyaslanmamalı, bence.
81. Kuşku yok ki çoğul gebelikler ve toplu katliam ve afetler haricinde tek başına doğan ve ölen olan insanlar yalnız yaşamak istemez. Yukarıdaki istatistikler büyük olasılıkla, giderek olumsuzluğu daha da çok anlaşılacak neoliberal, vahşi kapitalist yeni dünya düzeni nedeniyle, yani kendi istemese de yalnız kalanların istatistikleri olsa gerek. Bunun, bildiğimiz, yaşamda kalmayı kolaylaştırıcı biyolojik ve ekolojik nedenleri var. Dünya ve ulusallık edebiyatının, sinemasının, şarkılarının en önemli konusu yalnızlıktır. Ancak, yazıma neden olan yalnızlık, yukarıdaki istatistiklerin içine girmemesi gereken, özellikle temel gereksinimleri bakımından hayatta kalmayı garantilemiş ya da kendi isteği ile böyle bir gereksinimi yaşamlarından dışlamışlar için yalnızlık, kimi zaman kuvvetle istenir bir şeydir. Bu tip yalnızlık, kişinin kendi öz istenci ile karar verdiği; niyetle, en azından yaşamın önemli bir zaman süresinde uygulanmak istenen bir şey oluyor. Böyleleri yalnızlıktan yakınmaz, aksine onu seçerler. Philippe Delerm’in roman kahramanı işte böyle bir yeni dünya dervişi sanki.
82. Evlilik tedavileri ile ünlenmiş psikiyatrist Prof. Dr. Mehmet Sungur, bir TV programında “Her şeyde anlam bulmak gerek. Yalnızlıkta da anlam buluyorsanız problem yok.” diyordu. Kayıp Zamanın İzinde’n giden ünlü Fransız romancı Proust, kafasını gereksiz meşgul etmesin, faydasız anılar biriktirmesin diye fazla insan içine çıkmaz; yalnızlığı yeğlermiş. 
83. Bizim yakın dönem münzevilerimizi (Birgen, topluluktan kaçan, yalnız başına kalmayı seven) çalışmadım. Bizim sufi dervişlerimiz sadece çile zamanlarında birgen idiler. Genellikle yazarlar, eserlerine yoğunlaştıklarında birgenleşirler. Bu geçici birgenlik de konumuz dışında.
Benim birgenliğimin, yalnızlığımın temel nedeni benim ilgi alanlarımda konuşacak kimseyi bulamamak. Beni dinlerken bir şeyler öğretecek, ya da benim yanlışlarımı eleştirecek kadar bana katkısı olacak arkadaş bulamıyor olmam. Ekonomik durumumun zayıflığı ve siyasi tercihlerim de pek çok meslektaşım ve arkadaşımla arama uzaklık koyuyor ve bir de bakmışım ki yalnız kalmışım. Mevlana, “Kusursuz dost arayan dostsuz kalır” demiş, ama gerçekten de bu ülkede ağır kusurlu dostların sayısı giderek çoğalıyor. En azından taşrada benim için durum böyle.
Hem ekolojist, hem sigara-içki içmeyen; benim okuduklarımın birazını okumuş olan, vahşi tüketim biçimlerinin esiri olmamış; TV ve sinema seyretmeyi sevmeyen, kitap okumayı seven; şiirden anlayan, halk müziğinden başka müziklerinde olduğunun farkında; dans edecek kadar kendine güveni olan…… 
Fazladan yanan her lambanın, gereksiz akan suyun ardında fosil yakıtlı bir termik santral olduğunu farkında vb…. vb… Kendine dürüst olan; Demokrasiyi sadece kendine değil herkes için isteyen, ötekileştirilmekten yakınırken kendi dışındakileri ötekileştirdiğinin farkında olmayanlardan olmayan; kendi halaylarından başka halay oyunları, zeybek oyunları; alevi semahlarından başka halk müzikleri olduğunun farkında olup, lokantada garsona yemek söylerken sizin de fikrinizi alan; müzik seçimlerini size göre de yapan vb.. vb.. Futboldan, basketboldan başka sporların da olduğunun farkında olan ve maalesef eşi ayda yılda eve misafir davet edince “Yine mi?” demeyen insanların sayısı çok az.
Ne yapayım.
13.04.2019, Osmaniye






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder