HALK SAĞLIĞI İÇİN… 009
Umur
Gürsoy
“İlk kez 1968’de Fransa’da
başlayan öğrenci olayları ile dünyaya yayılan, tutucu ve baskıcı yönetimlere
karşı barış, özgürlük ve sosyalizm yanlısı 68 kuşağına izafeten sonradan sadece
Türkiye’ye özgü 78’liler denilen ve -Tarihi inkâr edilmiş, yok sayılmış, "yasaklanmış"
“yitik” bir kuşağa karşı yapılan- 12 Eylül 1980 askeri darbesinin 33.
yıldönümü.”
34. 78'liler
Bildirgesi’nden (bkz. http://www.78li.org/index.php?option=com_content&view=article&id=47&Itemid=54)
78liler
Kimdir?
Tarihi
inkâr edilmiş, yok sayılmış, "yasaklanmış" bir kuşağız biz!
70'li yıllarda on sekiz, yirmi yaşlarını yaşayan, çoğunlukla üniversite
öğrencisi gençlerdik…
Hiç dinlenmedik.
Hiç anlaşılmadık…
12 Eylül'ün Bilançosu
En sonunda darbe yaptılar. Üzerimize tankları gönderdiler.
Sürek avı başlattılar!
Sadece Adalet Bakanlığı'nın
yayınladığı verilere göre:
- 650 bin kişiyi gözaltına aldılar, 650 bin kişiye en ağır işkenceleri
yaptılar.
- Emir-komuta
ilişkilerine dayalı bir adalet anlayışıyla, 98.404 kişi askeri mahkemelerde yargıladılar;
- İşkence ürünü
sahte delillere dayalı hükümlerle, 21.764 kişiye milyonlarca yıl ceza verdiler;
- 7.000 kişi
hakkında idam istediler; 517 kişiye idam cezası verdiler; 124 kişinin idam
cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı, 50 kişiyi astılar;
- 29 bin kişi
vatandaşlıktan çıkardılar;
- 14 bin kişiye
yurda dön çağrısı yaptılar ve akabinde hemen hepsini vatandaşlıktan çıkardılar;
- 388 bin kişiye
pasaport vermediler.
- 1 milyon 863
bin kişiyi fişlediler. Sadece fişlenenlerin değil, çocuklarının da geleceğini
ipotek altına aldılar.
- Bu süre
zarfında 14 kişiyi cezaevlerindeki açlık grevlerinde, 16 kişiyi kaçarken, 17
kişiyi çatışmalarda öldürdüler.
1974-80 döneminde 5000’in üzerinde kişinin öldürüldüğünü, binlerce kişinin
yaralandığını, yüz binlerce kişinin ata topraklarından göçmek zorunda
bırakıldığını tüm bu rakamlara katarsak, 78 kuşağının verdiği kaybın, ödediği
bedelin, yaşadığı linçin boyutları hakkında herhalde kaba bir fikir edinmiş
oluruz…
Darbe Ertesinde 78'liler
Bir kısmımız 80 öncesi faşist saldırılarla yok edilmiş, sakat bırakılmış ya
da pasifize edilerek siyasi sürecin dışına atılmıştık. Bir kısmımız 80
sonrasında sokaklarda, işkencelerde ve cezaevlerinde yok edilmiştik.
Cezaevlerinden salıverildikten sonra ise bize karşı ömür boyu toplumsal ve
siyasal hayattan silme politikası güdülmüş, tasfiyeye ve yok olmaya
yatırılmıştık.
Kimimiz 80'li yılların ortalarında ve sonlarında, büyük çoğunluğumuz 90'lı
yılların başlarında üç yıl, beş yıl, on yıl yatarak mahkûmiyetimizi bitirdik ve
salıverildik.
Artık "özgür"dük!
Öylesine özgürdük ki, üstümüzde insanlık onuruyla bağdaşmayan alçakça bir
"Demokles kılıcı" sallanıyordu. Anti-demokratik Türk Ceza Yasasını
ihlal eden ve bir günlük dahi olsa bir mahkûmiyet cezasını gerektiren herhangi
bir sözümüz ya da fiilimiz karşılığında, kalan onlarca yıllık mahkûmiyet
cezamızı yatmak zorunda kalacaktık.
Bizleri cezaevlerinden salıvermişlerdi ama Ceza İnfaz Yasası'nın tehdidi
altında "şantaj altında özgür köleler" haline sokmuşlardı. Adeta bir
ömür boyu tepki vermemeye, sessizliğe ve suskunluğa mahkûm etmişlerdi.
İnfaz Yasası ile bizi güya özgür bırakırken mahkûm olduğumuz ve yattığımız
uzun mahkûmiyet cezalarına ek olarak, Türk Ceza Yasasının 31. ve 33.
maddelerini uygulayarak tüm siyasi ve kamu haklarımızı yasaklamışlardı.
"Yitik kuşak" edebiyatının gerçek hayattaki manası buydu;
yaşarken yok sayılmak! Faşizmin egemen olduğu, devrimcilerin yenildiği tüm
ülkelerde; yenenler ne yapmışsa, bizde de o yapılmıştı…
Y.N.: 12
Eylül, içeri düşmemiş veya fişlenmemiş benim gibi hekimlerin gelecek hayallerine
de; halen farklı biçimlerde devam eden “uzmanlık
öncesi 2, sonrası 2; toplam 4 yıl zorunlu hizmet” koydu.
35. 22 Temmuz 2012 tarihli Bugün
Gazetesi’ndeki habere göre “Hacettepe
Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Sabahat
Tezcan, uzun yıllardan beri Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) doğum
ve ölüm oranlarının aylara göre analizlerini yaptıklarını belirtti. Ramazan’da doğumlarda ve ölümlerde herhangi
bir artışın veya azalmanın görülmediğine dikkat çeken Tezcan, “Ramazan ayının
önceki ve sonraki aylara göre hiçbir farkı yok.” demiş.
Bu açıklamaya neden
olan incelemenin yöntemini bilen, mutlaka vardır. Nüfusunun yaklaşık %30’unun
yaşadığı köy ve beldelerden ölüm sayısı toplayamayan bir ülkenin ölüm
analizleri daima % 30’luk bir şüphe taşır (Güya 1998’de köy ve beldelerde ölüm
sayısı ve nedenleri toplanmaya başladı, ama 2102 verilerinin kullanıldığı TÜİK
istatistik yıllıkları hâlâ sadece il ve ilçe merkezlerine ait. bkz. TÜİK Ölüm
İstatistikleri İl ve İlçe Merkezleri-2008, s.26).
Büyük kentlerde ve
üniversite kampüslerinden, mahalle camilerinden yükselen salâ(h)lar ve belediye
hoparlörlerinden edilen ölüm ilanları duyulmaz. Ben, Osmaniye’de Ramazanda ve
Ramazan Bayramından sonra normalden fazla salâ duydum.
TUİK’in, 2009 yılından itibaren toplamaya başladığı ölüm nedeni
istatistikleri tüm il ve ilçe merkezleri ile hekimi olan tüm yerleşim
yerlerinde, hekimler tarafından görülen ölüm vakalarını kapsıyor. Ölüm nedeni istatistikleri
ilk kez, Temmuz 2013 tarihinde basılan TÜİK, Türkiye İstatistik Yıllığı, 2012 s.116’da yayımlandı, ama hâlâ 2009 yılına aitler.
Not: Tablodaki veriler Osmaniye
Belediyesi’nin http://www.osmaniye-bld.gov.tr/index.php/tr/hizmetler/cenaze-ilanlari adresinde yayımlanan “Ölüm İlanları” sayfasına yapılan 10.
Eylül tarihli erişim verilerinden, 0-14 yaş ölümleri çıkarılması ile
yapılmıştır. Taşrada ulaşabildiğim ve ortalamanın içinde kaybedilmemiş tek
şeffaf veri kaynağım budur. Ramazan ayı Temmuz ayının 9’unda başlayıp Ağustos
ayının 7’sinde bittiği için (oruçlu gün sayısı 30 gün) diğer ayların verileri
de ayın 9’u ile sonraki ayın 7’si arasındaki 30 günlük ölümlerden 0-14 yaş
ölümlerin çıkarılması ile karşılaştırılmıştır. Osmaniye’de Mayıs ayına giren
dönemde 2, Haziran ayında 4, Temmuz (Ramazan) ayında 8 adet yaşı bilinmeyen
ölüm, 14 yaş üzeri olarak değerlendirilmiştir. Osmaniye İl Merkezinde incelenen
aylar gündüz sıcaklık ortalamaları tablo: 2’dedir.
Tablo:
2- Osmaniye İli Uzun Yıllar Sıcaklık Ortalamaları (1960-2012)
OSMANIYE
|
Ocak
|
Şubat
|
Mart
|
Nisan
|
Mayıs
|
Haziran
|
Temmuz
|
Ağustos
|
Eylül
|
Ekim
|
Kasım
|
Aralık
|
Ortalama Sıcaklık (°C)
|
8,4
|
9,6
|
12,5
|
16,8
|
21.0
|
25,2
|
27,9
|
28,4
|
25,3
|
20,5
|
13,7
|
9,6
|
Ortalama En Yüksek Sıcaklık (°C)
|
14,5
|
15,6
|
18,7
|
23,2
|
27,5
|
31.4
|
33.5
|
34.2
|
32.0
|
28.0
|
21,1
|
15,8
|
Ortalama En Düşük Sıcaklık (°C)
|
3,3
|
4,2
|
6,8
|
10,7
|
14,6
|
18,7
|
22,4
|
23,0
|
19,2
|
14,3
|
7,9
|
4,7
|
Ortalamalardan
nefret ederim; zira azınlıktakileri, minimum ve maksimum değerleri göstermez ve
güneşin doğuşundan batıncaya kadar gözlenen yüksek sıcaklıkları ve etkilerini
yaşanmamış gösterirler. Oysa insanlar işlerine güneşin henüz yüksekte olduğu
günün en sıcak saatlerinde gider-gelir ve çalışırlar. Bu yıl Osmaniye’de sözünü
ettiğim çalışma saatlerinde gölgede sıcaklık hiçbir zaman 36 dereceden az ve
hissedilen sıcaklık da 40 dereceden az olmadı.
Sonuçta, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü yaklaşık her 9 yılda bir
farklı mevsime kayan Ramazan ayı ve üç aylar dâhil oruç döneminin günlerin
sıcak ve uzun olduğu 3 ay süren yaz mevsimine denk geldiği yıllar verilerini; oruç
tutması (sunnîlerde) dinen zorunlu olmayan yaş grubu ölümlerini (0-14 Yaş)
ayıklamış mıdır? Referans veya kontrol grubu yapılabilmiş midir? Yoksa oruca
bağlı ölüm artışları vardır da; Ramazan’da (özellikle taşrada) hayat durduğu
için toplumun Ramazan ayı ritüelleri nedeniyle (çoğu mümin çalışanın yıllık
iznini Ramazan ayında kullanmasına bağlı trafikte geçen sürenin azalmasının
getirdiği trafik kazaları, iş kazaları, denize girme, vb. gibi (bias-taraf
tutma) etkenlerine (bkz. http://uvt.ulakbim.gov.tr/tip/sempozyum6/akan.pdf) bağlı oruç tutmayanlarına da
yansıyan ülke ölüm sayısındaki göreceli azalma; ramazana bağlı ölüm artışlarını
(kaç yanlış bir doğruyu) götürmekte(mi)dir? “Ramazan
ayının önceki ve sonraki aylara göre hiçbir farkı yok.”luğu hangi bölgeler,
iller ve sosyo-ekonomik durumdakiler için geçerlidir? Örn. Karadeniz’e göre çok
daha sıcak olan Akdeniz Bölgesi için; yazları sıcak ve kurak geçen Güneydoğu
Anadolu Bölgesi için durum nedir? İnceleme yayınlanmış mıdır? Nerede?
Ne zaman Türkiye’yi
temsil eden iyi tasarlanmış (bilimsel) bir sözel otopsi araştırmasında “Rahmetli
oruç tutar mıydı?” soruları yaratılır; o zaman Ramazan’ın oruç ve
hastalıklardaki payını tartışabilirim.
Not: Çok sevdiğim
Sabahat Hocamdan, Çernobil sonrası ölümleri için de “uzun yıllardan beri Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) doğum ve ölüm
oranlarının aylara göre analizlerini” ve
böyle benzer bir açıklamayı yapmalarını bekliyor ve talep ediyorum.
36. Osmaniye AÇSAP’daki hapsızlık ve
RİA’sızlık devam ediyor. Geçen gün gebelik testinin sonucunun artı olduğunu
öğrenen bir kadının ağlıyarak AÇSAP’tan ayrıldığını söylediler. Hemşiranıma,
“Niye ağlattın kadını?” diye takılayım dedim;
“Beş çocuğu varmış ve eşi korunuyormuş.” dedi. Ağlayan kadın geçen ay
RİA taktırmaya gelip geri dönmek zorunda kalmış.
Kadirli’de tüketilemeyeceği
geç anlaşılan; son kullanma tarihi bitimine on gün kalmış yaklaşık 100 adet RİA,
bizim Merkez’e getirilmiş. Hemşiranım “İki günü hafta sonuna gidiyor, isteyen
olsa bile ben 8 günde bu kadar çok RİA takamam, RİA’lar heba
olacak!” diye dertleniyordu. Bir RİA takma odamız ve hali hazırda RİA takma
eğitimi almış sertifikalı olup da yıllık izinde olmayan sadece bir hemşiranımımız
var. Anlaşılan bu yıl Osmaniye Merkez’inde Recep, Tayyip ve Ramazan isimli
epeyce bebek doğacak.
37. Osmaniye’nin tek verem savaş
dispanseri hekim(liği)ne bir aylık vekaletim sırasında her iki hekimi de yıllık
izinde olduğu için aynı zamanda AÇSAP Merkezi’nin hemşireleri ve hastaları için
de danışmanlık yaptım:
AÇSAP
hemşirelerimizin yönlendirmesiyle kapımı tıklatarak odama giren ve emekli
öğretmen olduğunu söyleyen benden biraz daha yaşlı bir bey “Evlenme muayeneleri
sırasında oğlumun nişanlısında Talasemi çıkmış, bu talasemi nedir, bana bilgi
verir misiniz?” dedi. Ben de, izin verirseniz bilgisayara soralım, deyip
Wikipedia’daki Talassemi maddesini açtım ve ekrandan özetleyerek okuyup
anlattım. Eşlerden biri taşıyıcı ise çocuklarda % 50 taşıyıcılık olur, dedim. Şu
baktığın sayfanın bana bir kopyasını verebilir misin? dedi. Olur, deyip: Tanıyı
kesinleştirin ve kararı gençlere bırakın, dedim. Adam elimi sıkıp çıkarken yüzüme
bakarak “Bilmem aşırat evliliğini bilir misiniz”, dedi “Kızı istemişiz,
nişanlamışız, düğün hazırlıklarına başlamışız; bizde düğünden dönmek zordur;
doktor bey!”. % 50 taşıyıcılığa razı gibiydi; sıkıntılı; odadan çıktı.
Sahi yıllardır
1930’ların Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’ndaki maddelere göre, 1931 tarihli “Evlenme
Muayenesi Hakkında Nizamname” ile yönetilen evlenme sağlığı işlerinin çağcıl
bir yönetmeliğe ihtiyacı sizce de acilen yok mu?
38. Hekim yazıları ve yerli tıpta yapılan
kuralsız kısaltmalar uzun zamandır ilgimi çekiyor (Ne çekmiyor ki?). Çünkü her
türlü yazılı tıp metinleri, uzun bir liste oluşturan hekimlik ve sağlık
(ilgili) meslekleri üyelerinin kendileri ve hasta veya sağlam hekimlik mesleği
(tıp) hizmetlerinden yararlananlar arasındaki tıp dilinin yazılı ve sözlü
iletişim aracı. Tıp dili ve yazısı deyince Roland Barthes ve göstergebilim
geliyor. Tıp kısaltmaları da bu dilin ve tıp göstergebiliminin kullandığı gösterge(gösteren)lerden
biri.
Yaklaşık 20 yıldır
meslek yaşamım Osmaniye Çukurova’sında geçti, geçiyor. Özellikle 1988-1998
arası İskenderun ve Osmaniye’de özel bir tıbbi tahlil laboratuvarı işlettiğim
bir on yıla ek, bir aydır vekâleten yaptığım verem savaş dispanseri
hekimliğimde; çoğunluğu Çukurova ve Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp
Fakülteleri mezunu hekimlerin yazdığı tıp metinleri ile karşılaştım. Zaten Çukurova
Üniversitesi (Ç.Ü.) Tıp Fakültesi 1972 yılında Atatürk Üniversitesine bağlı
olarak kurulmuş. Atatürk Üniversitesi
Tıp Fakültesi öğrencileri başlangıçta Hacettepe Tıp Fakültesi’nde öğrenim
görmüşler. Dolayısıyla Çukurova Tıp Fakültesi ekol olarak Amerikan (Hacettepe)
ve Alman ekollerinin bir karışımıdır (Ç.Ü.’nin kurucu fakültesi ziraat
fakültesidir ve 15 yıl rektörlük yapan kurucu rektörü Mithat Özsan Ankara
Üniversitesi Ziraat Fakültesi kökenlidir. Ankara Üniversitesi benim tıbbiyeyi
bitirdiğim yıllarda henüz Alman ekolünü izliyordu). Resmî adındaki Tıp
Fakültesi Balcalı Hastanesi’nden dolayı; Çukurova ve çevresindeki illerde
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin adı Balcalı’dır. Son on yıl
öncesine kadar Adana, K. Maraş, Hatay ve Mersin illerinin tek tıp fakültesi
hastanesi konumundaki Balcalı’nın hekimlerinin hastalarına yazdığı reçete,
epikriz ve tetkik istemlerindeki kullandıkları kısaltmaları yıllardır gözlüyorum.
Bu gözleme doğal olarak yıllarca okuduğum Hacettepe (Kayseri Erciyes) ve
uzmanlık aldığım Bursa (Uludağ) Tıp Fakülteleri uzmanları ve hoca muhiti de dâhil.
Genelde tıp
göstergebiliminin konusu olan tıp kısaltmaları ve hekim yazılı metinlerini (ve
hekimlik mesleği bilimindeki üsttenci sözlü iletişimi) ileriki yazılarımda daha
ayrıntılı ele alacağım, ama çok yakında başıma gelen taze bir örneği unutmadan
aktarayım:
Balgamda ARB (+)
olan ve bilgisayar çıktısı epikrizinde DM+HT+KAH+Pnemoni? ön tanılarına ilave
bir de akciğer tüberkülozu tanısı alan bir hasta; ilaçlarının DGT alınması için
Balcalı Göğüs Hastalıkları servisinden dispanserimize gönderilmişti. Epikrizine
göre, Balcalı’ya başvurusunda hastanın ND şikâyeti varmış. Hasta halen yatalakmış
ve dispansere muayeneye gelemiyor. Epikrizini vb. bize getiren hastanın eşi pek
te yaşlı değildi, ama hafıza faktörü ve yeti yitimleri nedeniyle eşinin
başlangıç şikâyetinin (ND) ne olduğunu söylemedi. Bu durumda ND yakınmasının ne
demek olduğunu bilemedik. Balcalı’nın göğüs hastalıkları servisini aradık,
ND’nin Nefes Darlığı’nın kısaltması
olduğu anlaşıldı. Kısaltmanın yarattığı iletişimsizlik, zaman kaybı ve
nedensellik ne mantığa ne de etiğe sığar. Bu durum, Balcalı’daki hocanın veya
onun adına işlem yapan asistan ya da uzman hekimin kendini dünya tıbbının
merkezinde gördüğünün (üsttenci) sizce de göstergesi değil mi?
Daha önceki Akdeniz
Üniversitesi hekimleri kısaltmalarından biliyorum: DM=Diyabet Mellutus, HT=Hipertansiyon,
KAH=Koroner Arter Hastalığı demek. Peki ARB? Bence bu daha ulusal ve eski bir
kısaltma=Aside Rezistan Bakteri demek. Osmanlı İngilizcesi; Osmanlizce
diyebileceğimiz bu kısaltmanın açılımı ne mutlu bir tesadüftür ki, aynı zamanda
beynelmilel bir kısaltmanın da açılımıdır= Acid Resistant BacteriaJ. DGT’yi de siz bulunJ.[1]
12 Eylül 2012
İçinde ramazan geçtiği için hadi bi okuyayım dedim. Yaratıcı yazarlık bu olsa gerek. Ayna tutarken düşündüren, düşündürürken beyinde kıvılcım çaktıran. Beynine sağlık umur. Hep devam et. Sevgiler. Rİ
YanıtlaSil