31 Mayıs 2015 Pazar

DAHİYANE APTALLIK: NÜKLEER SANTRALLER TERMİK SANTRALLERİN SEÇENEĞİ Mİ?

Yayın Bilgisi: Gürsoy U. Dahiyane aptallık: Nükleer santrallar termik santralların seçeneği mi? Hekimce Bakış. Bursa Tabip Odası Bülteni. Aralık 2014:87;20-4.
DAHİYANE APTALLIK:
NÜKLEER SANTRALLER TERMİK SANTRALLERİN SEÇENEĞİ Mİ?

Sayısız mit bize entelektüellerin ancak daha dün ve büyük mücadele vererek nihayet anladıkları bir şeyi anlatır: Doğduğu ortamdan koparılmış bilgi yıkıcı eğilimler taşır ve doğanın seyri bedelsiz değiştirilemez.1
Paul Feyerabend
Nükleer santrallardan size ne?
Erişkinsiniz, hekimliği kendinize meslek seçmişsiniz. Çoğunuz uzmansınız ve tedavi hekimisiniz. Tedavi etmeniz gereken, kapınızda bekleyen pek çok hasta ve pek çok yorucu işlem, bir o kadar da sorunlarınız ve de hayalleriniz var. Okumanız gereken çok da mesleki metin. Nükleer santrallardan size ne? Neden okumalısınız bu yazıyı; size ne faydası var?
Büyük oğlum 28 Eylül 1986’da ve miyadında Ankara’da doğdu. Annesinin karnında tam da üç aylık iken 4 Mayıs 1986 Pazar günü ve bir hafta sonraki 11 Mayıs Pazar günü Ankara’da günlük güneşlik ılık bir bahar havası vardı, arkadaşlarımızla üst üste iki hafta sonu da Çubuk Barajına ve çevresindeki kırlara piknik yapmaya gittik.2 Sabah saatlerinden akşam saatlerine kadar açık havada oturduk, sabah yağan çiğin ıslaklığından eser kalmamış kendini üzerlerine çağıran yemyeşil otlara uzandık yattık.
O tarihlerde çalışanlar, öğrenciler bütün Türkiye bizim gibi yapıyordu. İstanbul’dakiler boğaz kıyısına, diğer kentlerdekiler de kırlara ve yürüyüş alanlarına, çocuk parklarına atmışlardı. Bütün Türkiye’de toprak tava gelmiş, çiftçiler tarlalarını sürüyor, hayvanlarını otlatıyor ve yaz sebze ve ürünlerinin dikim ve ekimlerini yapıyorlardı. Karadeniz’de çay filizlenmiş; balık kavağa çıkmış, tutmak için binlerce insan genç yaşlı çoluk çocuk her gün denizde ve çay bahçelerinde idiler. Aynen Kiev’de bütün Rusya’da ve Dünya’da Bir Mayıs İşçi Bayramını coşkuyla kutlamak için alanlara dökülmüş kısa kollu elbiseler giymiş Rus çocukları ve gençleri gibi. Pek çok ilçede ve köyde açık hava düğünleri vardı. Koyunlar kuzular, inekler, kırlara yayılmış taze otları iştahla otluyorlardı.
Stronsium 90 yağıyormuş
ota, süte, ete,
umuda, hürriyete,
kapısını çaldığımız büyük hasrete.
Nazım Hikmet Ran
26 Nisan 1986 Cumartesi saat 01.23’de, o zamanki Sovyetler Birliği’nin Ukrayna Sovyeti’nin Türkiye’ye kuş uçuşu 1000 km uzaklıktaki (Sinop’a) Kiev kenti yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santralları (NS) Yerleşkesindeki 4 numaralı reaktöründe dünyanın en büyük ticari nükleer santral kazası oldu ve atmosfere Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının 200 katı radyasyon yayıldı. 2,3  Dünyanın kazadan haberi, İsveç Radyasyon Erken Haber Alma Ağı sayesinde dört gün sonra yani 30 Nisan 1986 Çarşamba günü oldu.
İnsanlar, felâketin kendilerini ilgilendirdiğine, katliam tamamlanana kadar inanmayı reddederler.
Albert Camus (Veba)
Dünyayı 2 kez dolaşan radyasyon yüklü bulutlar Türkiye’ye iki kez uğradı. Metrekaresinde 15.000 Bekerelin (Bq) üzerinde ağır radyasyon taşıyan birinci bulut 3-4 Mayıs 1986 Cumartesi ve Pazar günleri geldi ve Türkiye’nin bütün bölgelerinin üzerinden geçti. 6-7 Mayıs 1986 Çarşamba ve Perşembe günleri gelen ikinci bulut da metrekaresinde 15.000 Bekerelin (Bq) üzerinde radyoaktivite yüklüydü ve daha çok Batı Karadeniz’i ve Trakya’yı (Edirne ve çevresini) etkiledi, ama biz bunları çook sonra (2004) öğrendik.4,5 Ota, süte, ete, umuda ve hürriyete Stronsiyum-90 yağdığını kimse bize açıklamamıştı. Beş duyumuzla anlaşılamadığı için kendi bireysel çabamızla asla korunamayacağımız; kirlenme durduktan sonra dahi yaşayan nesillerde 40 yıldan fazla süren, beden ve anne karnındaki fötüste biyolojik (bedensel), psikolojik ve kalıtsal etkileri olacak ve gerçek maliyetleri hiçbir zaman hesaplanamayacak geri dönüşsüz (felaket yapıcı) hasar yaratılmıştı. Bu yazı, bu hasar dünyada ve Türkiye’de hiçbir zaman bir daha tekrarlanması diyedir.
"Hekimlik mesleği bilimi (tıp), biyoloji, fizik, istatistik (bilişim) ve sosyal bilimler olmak üzere dört farklı temel alanda bütüncü (holistik) bir eğitimin birlikte verildiği bir bilimdir.  Sosyal bilimler içerisinde en çok, temel sosyoloji ve psikoloji; sosyal ekonomi (makro ekonomik ilkeler ve eğilimler; devlet ve hükümet etme modelleri; özel ve halkçı (devletçi-kamucu) sektör modelleri; sağlık ve çevre ekonomisi ve sağlık ahlâkı felsefesi-etiği), hekimlik mesleğinde öne çıkar. Bir hekimden temel sosyal, ekonomik ve politik yapıları ve etkenleri bilmesi; ekonomi, toplum ve hükümet arasındaki ilişkilerin farkında olması ve de çevre ve sağlık sektörlerinin yönetimini anlaması beklenir” 6

kim okurdu kim yazardı
bu düğümü kim çözerdi
koyun kurt ile gezerdi
fikir başka başk'olmasa
                              Aşık Veysel Şatıroğlu
Biz halk sağlıkçıları, tedavi ve temel bilimler alanlarındaki meslektaşlarımızdan doğal olarak farklı düşünürüz. Bizim, diğer tıp dallarından çok farklı ve iç içe geçmiş hatta multidisipliner çalışma alanlarımızdan birisi olağanüstü durumlarda yapılacak çalışma ve önlemlerdir. Bizler sağlık ordusunun karargah ve istihkam kurmaylarıyızdır. İletişim bilimci Prof. Dr. Ali Ergur'un 20-24 Ekim 2014 tarihlerinde Edirne’de yapılan 17. Ulusal Halk Sağlığı Kongresinde yaptığı açıklamalara göre, artık sürekli olağanüstü durumda yaşıyoruz. Çünkü, bugün insanın ve toplumun yaşadığı hiçbir şey olağan değil. İçinde biz hekimler ve ailelerimizin de yaşadığı 'vatan' dediğimiz topraklarda yetişen besinlerin sağlığı,  temiz açık hava sahası; temiz yer altı ve yer üstü su sahalarımızı her gün alt üst eden olağanüstü durumlarla karşı karşıya. Ne var ki bu olağanüstülük olağanmış gibi algılanır, kanıksanır olmuş. Örn. kentlerde yere tükürmek, dışkılamak olağanüstü, ama sahipli köpeklerimizin kaldırımlara boklaması, araba egsozlarımızın, yaşadığımız binaların çalıştığımız fabrika bacalarının ağzımıza, akciğerimize tükürmesi olağan. Popo demek olağan; g.t demek olağanüstü.
Halk sağlıkçıları, olağanüstü durumlarda halkın 'aldığı ve çıkardığı'nı bilmek; gereken dieti vermek, halkın yaşamını sürdürebilmesinin sağlıktaki önlemlerini düşünmek, bilmek ve uygulanabilir olarak gündemde tutmakla da görevlidir. Ama asıl görevimiz henüz oy kullanma yaşında olmayanların ve gelecek nesillerin emaneti olan vatan topraklarındaki yaşam koşullarının sağlığını korumak ve sağlıklı biçimde sürdürmek için yapılması gerekenleri (order) karar verici ve yöneticilere sürekli hatırlatmak ve danışmanlık yapmaktır. Enerji ve zararlı ışınlar konuları böyle pek çok durum içerir.  Ne var ki, hiçbir tedavi edici hekimin hastasına koyduğu tanıya, verdiği tedaviye ve diete karışmayan devlet; iş halkın hasta olmaması için alınması gereken toplumsal koruyucu sağlık önlemlerine ve onun kurmay hekimlerinin tedavilerine karışır. Onları karargâhsız, ordusuz veya ordusunun istihkam kurmaylarından yoksun bırakmak için seferber olur. Karışmak ne kelime; hastayı hekime değil çoğu zaman hekim ve işin uzmanı olmayan devlet memurlarına: mühendislere, valilere, belediye başkanlarına emanet etmiştir. Zira termik ve nükleer santrallar ve çimento fabrikaları gibi sağlığı tehdit etme boyutu çok fazla olan, “Meskenlerden ve insanların ikametine mahsus diğer yerlerden mutlaka uzak olması gereken” 1. Sınıf Gayrı Sıhhi Müesseselerin (GSM) tamamında, bir mühendis ve vali/belediye başkanı raporu olan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu; yürürlükteki mevzuatımıza göre GSM İzni başvurusu üç aşamasından 'yer seçimi ve tesis kurma izni' yerine geçiyor. (2'ncisi: Deneme  İzni  3'üncüsü: Açılma İzni).
'Zararlı Işınlar ve Radyasyon Kirliliği' de 'Enerji' gibi halk sağlığının ve onun yan dal uzmanlık alanı olan çevre sağlığının temel konularından biridir. Nükleer santraller ve nükleer atıkları iyonlaştırıcı radyasyonun en önemli kaynağıdır. Her iki konu da çevre ve sağlık ekonomisinin temel konusu olan 'Toplumsal Maliyet' kavramıyla yakın ilgilidir.
Çevremizde en bol bulunan ve en çok tükettiğimiz temel gereksinim maddelerine (maalesef) en az değeri veririz ve klasik ekonomik düzenlerinde de ‘en az’ değeri taşırlar. Bir fabrika, yüksek miktarlarda tükettiği veya deniz-göl-nehir suyu ve temiz havaya para ödemediği gibi, yan ürün olarak ürettiği gürültü, zararlı ve zehirli gaz-sıvı-katı atıklarını kamusal-toplumsal-evrensel-ulusal veya uluslararası alan olan gökyüzü, deniz, akarsu, göl ve deltalar, ormanlar, dağlar, bozkırlar ve kumsallar vb. oluşan kamusal topraklara atarak; olumsuz etkilerden doğan çevre ve sağlık maliyetlerini topluma ödetmiş olur (ormansızlaşma ve meraların kaybı, seller ve yeraltı su kaynaklarının azalması; iklim değişikliği sonucu oluşan sel, su baskını, kuraklık ve iklim kuşaklarının değişmesine bağlı bitki ve hayvan türlerindeki değişim ve ürün azalması; çevresel hastalıkların -bağışıklık, sinir ve iç salgı; cinsiyet, üreme ve büyümeyle ilgili hastalıklar: kanser, astım, diabet, allerjik hastalıklar- artışı; bitki ve hayvanlardaki olası kalıtsal değişim vb., binalardaki, tarım ürünlerindeki, ormanlardaki zararlı etkiler ve iş hastalık ve kazaları). 4
Acımasız kapitalizmin bütün ülkelere zorla kabul ettirdiği ticaretin küreselleşmesi ile küreselleşen çevre kirliliğinin sonuçları ve toplumsal maliyetler, gelişen teknoloji ve bilgisayar olanaklarıyla günümüzde artık daha iyi incelenmekte ve bilimsel olarak daha iyi ve kesin araştırılmaktadır. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde dışsal maliyetlerin içselleştirilmesi (internalisation) için artan bir çaba vardır. Bu çabanın sonucu bu ülkeler kirli teknoloji kullanan enerji ve mal üretim sanayilerini, Afrika gibi mağlup veya bizim gibi talip devletlere kaydırarak kendi toplumsal maliyetlerini bizimki gibi 'kek'ledikleri toplumlarına ödetmeyi; kendi ulusal çevre (sağlığı) politikaları yapmaktadırlar. 4
Bazı kişiler yükselen adrenalin seviyesinden zevk alırlar ve cambazlık, hekimlik ve askerlik gibi bazı meslekler risk almayı gerektirir. Ama bu kişilerin hepsi de bu riski kendi özgür iradeleri ile yaptıkları kendi kişisel seçimleri sonucu kendilerinin öz kararları ile alırlar. Halen var olan 36 bin atom bombası bugüne kadar sadece iki kez patlatıldı, ama nükleer santraller bugüne kadar (açıklandığı kadarıyla ve irili ufaklı küçük kazalar hariç) tam sekiz kez patladı: Ne var ki, ne İngiltere-Windscale NS sakinleri (kaza 1957’de oldu 1982’de açıklandı), ne ABD-Three Miles Island NS sakinleri (kaza 1979’de oldu), ne Sovyetler Birliği-Çernobil NSnın bütün dünyadaki milyonlarca kurbanı (kaza 26 Nisan 1986'de oldu halka dört gün sonra açıklandı); ne de Japonya-Tokaimura NS (Kaza 1999’da oldu) ve Japonya-Fukushima -1., 2., 3., 4. nolu NS reaktörlerden (Kaza 2011’de oldu) etkilenen milyonlarca Japon bu riski kendilerinin öz kararı ile değil hükümetlerinin kararı ile almışlardı. Üstelik kaza yapan santrallerin biri (Çernobil) hariç hepsi de batı tasarımı atom santralleridir. 7 Ve bütün bu nükleer santral felâketlerinin sosyal maliyetleri o güne kadar nükleer santraller yoluyla üretilen elektrik fiatına yansıtılmadı.
11 Mart 2011’deki çifte doğal afet (deprem ve tsunami) nedeniyle Fukushima Daiichi Atom Santrali işletmesindeki toplam 6 ünitenin 1., 2. ve 3. Ünitelerinde reaktörlerin nükleer yakıt   çekirdeklerinde hasar (erime) oldu ve 1., 3., ve 4. Reaktörler patladı; 2. Ünitesinden de çok miktarda radyoaktif atık denize ve havaya kaçarak üçlü afet (deprem, tsunami, nükleer) biçimini aldı. Oysa 4., 5. ve 6. Reaktörler bakım nedeniyle deprem ve tsunami sırasında elektrik üretmiyorlardı. Japon Ulusal Meclisi’nin Fukushima Nükleer Kazası Bağımsız Soruşturma Komisyonu, kazadan yaklaşık 1,5 yıl sonra (5 Temmuz 2012) tamamladığı resmi raporunda kazanın tamamen insan hatası sonucu olduğunu açıkladı (Bizde ise muhalefetin talebi  ile kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, Raporunu Çernobil kazasından 8 yıl sonra 1994’de; Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun Resmi Raporunu ise kazadan 20 yıl sonra 2006’da açıklayabilmişti). 7, 8
Çernobil’den hemen sonra Dünya Sağlık Örgütü atom santrallerinin atmosfere radyasyon sızıntısı yapacak denli büyük kaza yapma olasılığını 1/1.000-1/10.000 santral çalışma yılında bir (halen faaliyetteki 440 atom santrali ünitesi için dünyanın herhangi bir yerindeki bir reaktörde 2,27-22,7 yılda; ortalama 12,5 yılda bir) olarak vermişti. Tree Miles Island 2000; Çernobil ise 4000 reaktör yılında meydana gelmiştir. Fukushima atom santrallerindeki kazalar bir yıl dört ay gecikmeli de olsalar bu hesabı doğrulamıştır. Bu yüzdendir ki ülkemizde de yapılacak her nükleer santral ünitesi, toplam satılan bilet sayısı 440 adet olan bir nükleer felâket piyangosundan bilet almaktır. Üstelik 25 yıllık reaktör ortalama ekonomik ömrü içinde iki defa büyük ikramiye çıkma olasılığı vardır. Yani, 12,5 yılda bir yapılan çekilişte büyük felâket ikramiyesi 440’ta bir gibi yüksek bir olasılıkla size de çıkabilir. Her yeni yapılan santral ikramiye çıkma ihtimalini %1,3 oranında arttıran bir bilettir. 4
Yukarıda kısaca değindiğim şekilde nükleer santrallar, barışta ve savaşta, normal çalışma koşullarında ve kazası halinde ve yarattığı radyoaktif atıklarının yol açtığı iyonlaştırıcı ışınım (radyasyon) kirliliği nedeniyle diğer hiçbir sanayi sektörünün kirliliğinde olmayan (kirlenme durduktan sonra da nesiller boyu devam eden ve kalıtsal zarar veren) eşsiz bir toplumsal maliyet yaratırlar: 10 Mart 2007’de Ankara, İstanbul, İzmir ve Sinop’ta eş zamanlı olarak açıklanan; Türkiye’nin ilk bilim insanları bildirisi olma özelliğine sahip 206 imzalı Nükleer Santral Karşıtı Bilim İnsanları Bildirisini o yıl Türkiye üniversitelerindeki halk sağlığı akademisyenlerinin yaklaşık %20’sine karşılık gelen 44’ü halk sağlığı uzmanı olan 62 hekim akademisyen imzalamıştı. Kaynakçamızda ulaşabileceğiniz ‘Nükleer Santrallara Karşı’ olmanın bilimsel nedenleri, konusunun uzmanı bilim insanlarınca 14 başlık altında dile getirilen bu tarihi bildiri şu cümleyle bitiyordu: “Yukarıda açıkladıklarımızdan anlaşıldığı gibi, Türkiye’ye nükleer santral yapma kararı bilimsel değil, siyasal bir seçimdir.". 9
1979’daki çekirdek erimesine yarım saat kala durdurulabilen Three Miles Island NS kazasından sonra bilim insanların uyarı ve araştırma bulgularını dinleyerek ülkedeki nükleer santral yatırımlarını durduran ABD hükümetlerinin aksine; başta AKP, 35 yıllık Türk hükümetleri 35 yıldır bilim insanlarını dinlememişlerdir. En sonunda ‘mutsuz sona ulaşılmış’; 4.800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı ve Yaşam Merkezi) Revize Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu, 24.10.2014 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca ‘uygun’, yani ‘çevreye olan etkileri alınacak önlemlerle önlenebilir ve denetlenebilir’ bulmuştur. Böylece, iki süper gücün (ABD ve Sovyetler Birliği) ve iki kalkınmış ülkenin (İngiltere ve Japonya) önleyemediği nükleer santral kazasını ve sonuçlarını Türkiye önleyeceğini kabul etmiştir. Sinop’taki tasarlanan 4 reaktörle birlikte Allah’ın canlarına eziyet çektirilmesi; bayrağımızın radyasyonla kirletilmesi ve emeğin ve insan hakkının sömürmesi de yeni bir fıtrat çeşidi olarak çevre sağlığı terminolojine sokulmak üzeredir.
Oysa, Nükleer santralların çalışırken ve kazası halinde hayvan ve insan sağlığına ve doğal çevreye verdiği zararlar dışında; ABD Yucca Dağı örneğindeki gibi yeraltı nükleer atık depolarına konarak asırlarca bekletilmesi gereken radyoaktif atıkların ve ekonomik ömürleri (25-40 yıl) sonunda kendisi de radyasyonlu atık haline geldiği için sökülmesi için en az 100 yıl beklemek gereken nükleer santrallerin söküm ve nükleer atıklarının yarattığı toplumsal maliyetler ayrıca çok çok fazla bir toplumsal maliyet çeşidi yaratır.4
ABD çok eski ve çok iyi tutulmuş kanser kayıtlarına sahiptir. Çernobil’den görece çok uzakta olan ABD’nin Çernobil’den sonraki tiroid kanserlerinde ve kendi nükleer santrallerinin çevresindeki yaşayan kadınlardaki meme kanserlerinde iki kata varan artışlar bulunmuştur.10
Nükleer denemelerin yapıldığı 1945-1965 arası yıllarda doğmuş kuşaklara bomba bebekleri kuşağı denilmektedir. Yapılan araştırmalarda bu kuşağın yaptığı düşük bebek ağırlıklı doğum oranında önceki kuşaklarda görülen artışın iki katı artış; bu kuşağın zihinsel (entelektüel) başarılarında ve üniversite giriş sınavı sonuçlarında 20 yıl süren açıklanamaz bir düşüş gözlenmiştir.10 Aynı şey Çernobil kuşağı (26 Nisan 1986’da 0-6 yaşında olan 1980-1992 arasında doğan kohort) için de geçerlidir. 1986’da üniversitelerine “Çernobil konulu araştırma ve açıklama yapma yasağı” getirilen Türkiye ise üniversitelerinden, bugünkü kararlar için ülkesine faydalı böyle araştırmalar yapmasını (yasağın kalkmasını) hâlâ bekliyor.
sormaz ki bilsin,
sorsa bilirdi.
bilmez ki sorsun,
bilse sorardi.
Şirazlı Sadi
Nükleer santralın ÇED raporunu uygun bulan veren başta sağlık bakanlığı temsilcisi olmak üzere ÇED inceleme değerlendirme kurulu üyelerinin böyle 3730 sayfa tutan bir nükleer santral ya da termik santral ÇED raporu değerlendirmesini bilip bilmediğini; değerlendirme eğitimi alıp almadıklarını, böyle bir ÇED raporunu daha önce görmüş olup olmadıklarını ya da başından sonuna okumayı bilip bilmediklerini bilmiyoruz; pek yakında soracağız.
Zira, bilselerdi:
Uzayının en riskli dilimine giren  (hem gözlemlenemez hem denetlenemez) radyasyon ve nükleer santralların Tehlikeyle karşılaşanlarca daha önceden tanınmayan ve gözlenemeyen; bilimin yeterince tanımadığı; yeni ve etkileri geç ortaya çıkan riskler taşıdığını; Riskin denetlenemezliği nedeniyle korkutucu; dünya çapında felaket yaratıcı; sonuçları öldürücü; hukuka uygun olmayan; kolayca azaltılamayan; gelecek kuşaklar için çok tehlikeli; riskin giderek çoğaldığı ve gönüllü hizmet örgütlenmesinin olmadığı riskler olduğunu bilirlerdi, sorarlardı.11
“ÇED raporu Gayrı Sıhhi Müessese İzninin Yer Seçim aşaması yerine geçtiği için aramızda hekim ve halk sağlığı uzmanı yok; üstelik hâkim rüzgârlar Silifke ve Mersin yönüne esiyor; tesisin “Meskenlerden ve insanların ikametine mahsus diğer yerlerden ne kadar uzakta bulundurulması gerektiği”ne, “Faaliyeti sırasında çevresinde bulunanlara biyolojik, kimyasal, fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden az veya çok zarar verip verip vermediği”ne; birinci sınıf gayrisıhhî müesseselerin etrafında konulması mecburi tutulan ve mülkiyet sınırları dışında belirlenemeyen ve bu alan içinde mesken veya insan ikametine mahsus yapılaşmaya izin verilemeyen”; “…inceleme kurulları tarafından tesislerin çevre ve toplum sağlığına yapacağı zararlı etkiler ve kirletici unsurlar dikkate alınarak belirlenen.” ‘sağlık koruma bandı’nın genişliğinin ne kadar olacağını da biz karar veremeyiz. Bu yaptığımız mesleki ve hukuki bir yetki gaspıdır.” derlerdi.
Bilselerdi, uygun bulunan ÇED raporundaki “Başlangıç (Baseline) Radyoaktivite Ölçümleri için Örnekleme İstasyonları’nın sadece birkaçında (Ovacık) ve 3 ayda bir yapılması planlanan sütteki radyasyon seviyesi ölçümünün 5 km yarıçap içindeki bütün yerleşim yerlerinden ve her gün alınması gerekir. Sütte ve besinlerde hangi izotopun bakılacağı belirgin beyan edilmemiştir. Günlük ölçümlerde su ve sütte ve diğer besinlerde I-131 ölçümü daha uygundur. … 30 km etki alanı içinden alınan bir süt, bir tavuk, iki keçi ve iki koyun eti örneğinde bakılarak doz ölçümü hesabı yapılamaz.”  derlerdi.
Bilselerdi:
Uygun bulunan ÇED raporunda s. 1755’de değinilen bölgedeki hastalıklar başlığında sadece kanser verileri niteliksiz olarak verilerini beğenmez;
“- Zararsız dozu olmayan radyasyonun akut veya düşük dozlardaki etkileri ömür ve nesiller boyudur.
- Şiddetleri azdan çoğa değişse de bağışıklık bozukluğu hastalıkları (enfeksiyon hastalıklarının ağır geçmesi), Mide ülseri ve mide zarı atrofisi; Tiroit, meme, kan yapıcı organ ve diğer organ kanser ve tümörleri, Hipotroidi, Düşük (2500 gramın altındaki) doğum ağırlıklı bebek doğum sayısı ve Prematüre bebek doğumu sayısında; Şeker hastalığı (Tip II) ve Çocukluk çağı (Tip I) diabet artış olur.
- Bölgede ve Türkiye’de en azından lösemi, lenfoma, aplastik anemi vb. (kemik iliğini ilişkili kanserler ve hastalıkların çocukluk ya grubu ve erişkinlerdeki görülme sıklıkları) Büyükeceli-Ovacık, Gülnar ve 360 derece her yöndeki 5-10-30 50 ve 100 km (özellikle hâkim rüzgar yönü olan güney-doğu altında kalan yerleşim yerlerinin), Silifke, Mersin insidanslarının (son beş yıllık en az) raporda beyan edilmesi gerekir; aynı sınırlarda ve Türkiye’de çocukluk çağı diabeti (tip I) ve Tip II diabet, aynı çevrede ve Mersin-Adana illeri için düşük doğum ağırlıklı bebek, düşük doğum ağırlıklı bebek ölüm, prematürelik ve prematüre ölüm hızları, ölü doğum hızları, sigara içme oranları, çiftçilerde kanser çeşidi ve oranları; Hipotiroidi sıklığı, Mide ülseri ve mide zarı atrofisi sıklığı, Tiroit, meme, kan yapıcı organ ve diğer organ kanser ve tümörleri sayıları raporda verilmelidir.” derlerdi.
Sorsalar: “Atmosfere radyasyon sızıntısı yapan atom santralı kazalarında (‘referans kaza’) alınacak halk sağlığı önlemleri şunlardır; hangisini alabileceksiniz” derlerdi:12
1-    Kapalı Binalarda Saklanma: Bu önlem kazanın başladığı (Atmosfere ışınım salınmaya başladığı) ilk yarım saat ile kazanın denetim altına alındığı (radyasyon salımının durduğu) zamana kadar geçen sürede çok yararlıdır. Ancak bir günden fazla kapalı kalmanın getirdiği başta havalandırma olmak üzere başka sosyal ve sağlık sorunlarına yol açar.
2-    İyot tabletleri alınımı: Atmosfere radyasyon sızıntısının başladığı ilk iki saat içerisinde alınan yeterli dozdaki iyotun tiroid bezindeki zararlı etkileri azaltıcı etkisi vardır. Ancak iyot tabletlerinin kazadan 5 saat önce alınması gerekir. 4
3-    Yol ve geçitlerin denetimi: Radyasyonlu alanlara insan ve diğer canlıların girişinin önlenmesi işleridir. İlk saatlerle birkaç yıl arasında etkili ve gereklidir.
4-    Boşaltma (tahliye): Kalabalık insan topluluklarının yaşadığı yerlere yakın kazalarda anlamlıdır. Ekonomik ve sosyal yönden uygulaması zor bir önlemdir.
5-    Yeniden yerleştirme (iskan): Boşaltmaya göre daha az acildir. Toprakları ve evleri ışınımla kirlenmiş ailelerin yeni yerleşim yerlerine yerleştirilmesi işidir.
6-    Su ve besin kaynaklarının denetimi: Radyasyonla bulaşmış besin ve yan ürünlerinin yok edilmesi, kullanımının yasaklanmasını, diğer ürünlerinin yapımının engellenmesini (örn. Süt ve süt ürünleri) veya besinlerdeki radyoaktivite zararsız düzeye ininceye kadar besinlerin depolanması işlerini içerir.
7-    Kirlenmiş bölgelerin temizlenmesi: Radyasyonla kirlenmiş bölgenin yıkanabilen yerleri tazyikli su ile yıkanmalı, uygun yerler emici elektrik süpürgeleri ile süpürülmeli, kirlenmeye uğramış tarım toprakları sürülmeli veya yüzeydeki kirlenmiş toprak tabakası alınmalıdır”. 12
Ama demediler. Bütün bunlardan sonra kömürlü termik santralların seçeneği nükleer santrallardır derseler; inanır mısınız?
KAYNAKÇA:
1. Feyerabend P. Akla Veda. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 1995:39.
2. http://www.dayoftheweek.org/calendar/1986. Erişim tarihi: 10.12. 2014.
3. Çernobil Kazasının Sağlık Sonuçları, Çev. Umur Gürsoy. Health Consequences of the Chernobyl accident: result of the IPHECA pilot projects and related national programmes: summary report. Cenava: WHO,1995.
4. Gürsoy U. Enerjide Toplumsal Maliyet ve Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları. Ankara: Türk Tabipleri Birliği, 2004.
5. Gürsoy U. Çernobil Bulutunun Üzerinden Geçtiği İllerimiz, Bölgelerimiz. http://umurgursoyla.blogcu.com/cernobil-bulutunun-uzerinden-gectigi-illerimiz-bolgelerimiz/5259571. Erişim tarihi: 10.12.2014.
6. Fitzpatrick, M., Bonnefoy, X. (1999), Guidance on the Development of Educational and Training Curricula”, Environmental Health Services in Europe 4, WHO Regional Publications, European Series, No. 84, Denmark.
7. Gürsoy U. Atom Santralleri, Dama Çıkarmaya Çalıştığımız Eşekler. http://yesilgazete.org/blog/2013/05/07/atom-santralleri-dama-cikarmaya-calistigimiz-esekler-dr-umur-gursoy/. Erişim tarihi: 10.12.2014.
8. Gürsoy U. Halk sağlığı bilimi açısından Türkiye Atom Enerjisi Kurumunun Çernobil kazası sonrası radyasyon ölçümleri ve doz hesaplamalarının doğruluk ve güvenilirliği-I: genel değerlendirme. NUKSEM 2007 Nükleer Enerji Sempozyumu Bildirileri. http://www.emo.org.tr/etkinlikler/nukleerenerji/etkinlik_bildirileri_detay.php?etkinlikkod=63&bilkod=3467. Erişim Tarihi: 18.06.2014.
9. Nükleer Santrala Karşı Bilim İnsanları Bildirisi. http://www.emo.org.tr/ekler/8ec7fefbec9864f_ek.pdf?dergi=457. Erişim tarihi: 30.08.2014.
10. International Peace Bureau (İPB), Daimi Halk Mahkemesi (Permanent People’s Tribunal-PPT), Uluslararası Çernobil Tıp Komisyonu (International Medical Commision on Chernobyl-ICCC). Çernobil Halk Mahkemesi. 12-15 Nisan 1996, Çev. Umur Gürsoy. İstanbul: Yeni İnsan Yayınları, Nisan 2012.
11. Gürsoy U. Barışta ve Normal Çalışma Koşullarında Akkuyu Nükleer Santral(ler)inin Halk Sağlığı Yönünden Risk Değerlendirmesi. Toplum ve Hekim. Eylül-Ekim 2000: 15(5).
12. WHO. Nuclear Power: Accidental Relaeses-Practical Guidanca for Public Health Action. Report on a WHO Meeting, 1-4 October 1985, Mol, Belgium: WHO, 1987.


…/.

NÜKLEER SANTRALA NEDEN KARŞI ÇIKMALIYIZ?

Yayın Bilgisi: Gürsoy U. Hasta doktorunu dinler: Nükleer Santrala neden karşı çıkmalıyız?. Arter, Mersin Tabip Odası Bülteni:2005;1:3-9.
NÜKLEER SANTRALA NEDEN KARŞI ÇIKMALIYIZ?
Umur Gürsoy[1]
Meslek Odalarının Artan Sorumluluğu
Çağcıl demokratik ve liberal ekonomiye sahip devletlerde toplumdaki huzur irili ufaklı çeşitli çıkar grupları arasındaki uyum sayesinde sağlanır. Çıkar grupları (aynı zamanda baskı grupları, lobici gruplar olarak da adlandırılır), gevşek ya da sıkı organize olmuş, kendi taraflarından yana hareket eden, seçimlere girmeden kamu politikasını değiştirmeye ya da kamu politikasında yapılacak değişikleri önlemeye çalışan gruplardır.[2]
Gelişmiş Batılı (Kuzeyli) ülkeler tarihlerindeki büyük din ve iç savaşları ve sonunda yaşadıkları iki büyük dünya savaşı sonunda mantıksız ve hiç bitmeyen çatışmalarına yol açan ırk ve din temelli çıkar grubu kavramı yerine yurttaşlık haklarıyla desteklenen ekonomik sektörler arası (aynı işi yapanlar) çıkarları ve demokratik ve barışçı çatışmayı koymuştur. Çıkar gruplarının çeşitli üst (Enerji, turizm gibi) ve alt (rüzgâr, kömür, petrol sektörü veya kış, yaz, sağlık turizmi sektörü gibi) grupları vardır, ama en temel ayrım özel çıkarlar ve kamu (halk) çıkarları şeklindedir. Bütün bunların sonu (uluslararası şirketlerin yerli ortakları vasıtasıyla oluşturduğu çıkarlar haricinde) tek bir çıkar grubuna, içinde bütün çıkar gruplarını barındıran ulusal çıkarlara varır. Çünkü devlet tek tek özel çıkarların birleşmesiyle oluşur. Çıkar gruplarının güçlü olmadığı ülkelerde kamunun çıkarlarının kamucu-toplumcu devlet modelleri (Kemalist-sosyalist vb.) korurken, başını ABD’nin çektiği çok uluslu sermayenin Dünya Ticaret Örgütü anlaşmaları ve borçlandırma yoluyla hükümetler üzerinde oluşturduğu egemenlik, günümüzde yerel topluluklardan oluşan gerçek kamusal çıkarların korunmasını zorlaştırmıştır.
Ülkemiz kamucu Kemalist cumhuriyet modelinden liberal ekonomiye geçişi, 12 Eylül Darba yönetiminin baskıcı anayasası ve seçim, siyasi partiler ve memur sendikaları vb. yasaları nedeniyle sakatlandığı için kamu çıkarlarının korunması neredeyse tamamen küçük çevre korumacı gruplar dışında meslek odalarına kalmıştır. Çünkü içinde henüz ırk, din ve ideolojik ayırım temeline dayalı olmayan ve hükümet dışı oldukları için çokuluslu sermayenin sözünü geçiremediği tek demokratik örgütlenme meslek odalarıdır.  Bu nedenle meslek odaları sadece üyelerinin değil üyelerinin aile ve akrabalarından oluşan bütün bir kamunun çıkarlarını da savunmalıdır. Türk Tabipler Birliği ve Tabip Odaları’nın zaten böyle bir görevi vardır: Halk sağlığını korumaya çalışmak.[3]
Nasıl Mersin veya Antalya’daki seraları etkileyen bir afet turfanda sebze ve meyve fiatları yoluyla bizleri etkiler ya da Mersin’deki 7 büyüklüğündeki bir deprem bütün Türkiye’deki hekim ve sağlıkçıları etkilerse (Erzincan ve Adapazarı-Gölcük depremlerindeki geçici görevlendirmeleri hatırlayınız); Mersin’deki bir nükleer santral yatırımı da bütün ülkenin sağlıkçılarını değil bütün dünya halklarını ilgilendirir. Zira Çernobil Nükleer Santralının tek bir reaktöründeki nükleer yangın bütün dünyayı ilgilendirmişti.
“Tüm uzmanların aynı görüşte olmaları, hepsinin de yanılmaları anlamına da gelebilir”
Bertrand Russell
Nükleer santralların bizleri bir başka ilgilendirme nedeni de tamamen meslekidir. Yürürlükteki yasa ve yönetmeliklere göre -Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelikler- aynı zamanda 1. Sınıf Gayrı Sıhhi Müessese (GSM) olan ÇED yönetmeliğine tabii işyerlerinin çevresinde bırakılması gereken Sağlığı Koruma Bandı Mesafesi kararı, tamamen bir hekim ve sağlıkçı işidir. Ne var ki gözden kaçan bir mevzuat düzenlemesi ile ÇED yönetmeliğine göre içinde sağlıkçıların bulunmadığı ÇED İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu (İDK), GSM değerlendirmesinin yer seçimi ve sağlığı koruma bandı mesafesi belirleme aşamalarına karar vermekte; mühendislerin raporu sağlıkçıların GSM raporu yerine geçmektedir.
Bu yanlışa sağlıkçıların müdahale etme noktası İDK’ya sunulan ÇED raporu hakkında İl (Sağlık) Halk Sağlığı Müdürlüğünden istenen görüş verme aşamasıdır. ÇED raporu dosyası İl (Halk) Sağlık Müdürlüğüne yollanır ve yapılacak işletmenin sağlık yönünden sakıncası var mı? diye görüş sorulur. Ne yazık ki bu görüş, gerek ÇED ve GSM raporu değerlendirmesini bilmeyen, gerekse sağlık mesleği elemanı olmayan sağlık müdürlüğü yetkilileri tarafından “Yasa ve yönetmeliklere aykırı olmamak kaydıyla uygundur” şeklinde verilmektedir.
Hukuki biçimciliğin ve politik felcin bir göstergesi olan bu durum aslında bir görev ihmali ve mesleki yetki gaspıdır. Çünkü yapılacak yatırımın ÇED Raporu başvurusunun “Yasa ve Yönetmeliklere aykırı olup olmadığını”, kamu adına sağlığın korunmasından sorumlu örgüt olan (halk) sağlık(ğı) müdürlüğü ve SB bilebilir ve zaten bu nedenle görüşü istenmektedir. Ama neredeyse bütün sağlık müdürlüklerine bulaşıcı hastalık gibi yayılmış verilen bu genelleşmiş görüş, sınavda öğrencisine “Aşağıdaki cevaplardan hangisi doğrudur?” diye soran öğretmene öğrencisinin “Hangi cevap doğruysa doğru cevap odur”, diye yanıtlamasından farklı değildir. Çünkü öğrencinin görevi soruya kesin bir yanıt vermesidir. İl (Halk) Sağlık(ğı) Müdürlüğü’nün ÇED raporu ile ilgili görüşü: “İlgili yatırımın halk ve çevre sağlığı yönünden yasa ve yönetmeliklerimize göre sakıncası yoktur.”, veya “ÇED raporunun şu, şu madde ve bölümlerinde anlatılan önlemler eksiktir; şu yönde bırakılan sağlığı koruma bandı mesafesi yetersizdir veya (en önemlisi) yatırımın yer seçimi yıl boyu en çok esen (hâkim) rüzgârların yerleşim yerlerine doğru esmesi nedeniyle uygun değildir.” şeklinde olmalıdır. Bütün bu görüşlerin hukuki bağlayıcılığı vardır ve yasasal yollardan itiraz edilip uygun görüş verilen bir ÇED Raporu iptal edildiğinde yukarıdaki gibi yuvarlak (bulanık) bir görüş vermek aslında görev kötüye kullanmak demektir.
Bir başka yanlış ta İDK toplantısına katılan Mersin İl Sağlık Müdürlüğü ve SB’ndan katılan ve Akkuyu Nükleer Santralı Projesi ÇED raporuna uygun görüş veren iki yetkilinin mesleğinin çevre mühendisi olmasıdır. Böyle bir temsiliyet, bırakın bir başka sağlıkçının, hastayı bir çevre mühendisinin muayene ve tedavi vb. etmesi demektir.
Çevre mühendisleri ile alıp veremediğim yok, ama Türkiye’de çevre mühendisliği eğitiminin çevre ve halk sağlığı bilgisi bakımından ne kadar yetersiz olduğunu kendi hocalık dönemimden biliyorum. 1999-2005 arasında öğretim görevlisi olarak çalıştığım Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesinde, Türkiye’de bir ilk olan uygulamayla iki yıl, üniversitenin Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü 1. Sınıf öğrencilerine seçmeli halk sağlığı dersleri verdim. 20-30 kişilik sınıftan sadece 8 öğrenci dersimi seçmişti. Türkiye’de çevre sağlığı dersini halk sağlığı uzmanlarından alan başka çevre mühendisliği bölümü olduğunu sanmıyorum. Akdeniz Çevre Mühendisliği öğrencilerine hava kirliliği dersini bir ziraat mühendisliği hocası veriyordu. SB ve sağlık müdürlüğünün görüşünün Çevre mühendislerince oluşturulması; ‘yok hükmündedir ve bir mesleki yetki gaspı’dır.
Ev sahibinin hiç mi kabahati yoktur? Tıp fakültesindeki aldığınız halk sağlığı derslerinde çoğunuza hâkim olan tutumu hatırlayın: Siz klinisyen olacaksınız, bu derslerden size ne? Ama şimdi içinizden azımsanmayacak sayıdaki bazılarınız sağlık müdürü, şube müdürü, müdür yardımcısı ya da bakanlık merkez teşkilatında teknokrat oldu. Sizinle beraber çocuklarınızın ve sevdiklerinizin de yaşadığı illerde sizin ve halkın sağlığını ilgilendiren ağır sanayi yatırımları ve nükleer santrallarla ilgili değerlendirmeleri ya çevre mühendisleri ya çevre sağlığı teknisyenleri (ki hiç yoktan iyidir) yapıyorlar; sağlık müdürlüğü ve sağlık bakanlığının görüşlerini onlar hazırlıyorlar ve tıp fakültesi mezunları, müdür veya bakanlıkta daire başkanları olarak size de “Yasa ve yönetmeliklere aykırı olmamak kaydıyla uygundur” şeklindeki absürt (saçma) görüş yazılarını imzalamak düşüyor.
SONUÇ
Birçok insan aynı şeye inanırsa kolaylıkla şu sonuca varabilirler: Bok yiyen milyonlarca sinek yanılmış olamaz. Ya da özel hayatında son derece namuslu olan modern bir iş adamını ele alınız. Onu yönetim kurulu üyesi yapıp sorumluluğu on iki kişiyle birlikte ona yüklerseniz birden zeki bir katil gibi davranabilir.
Kontrad Lorenz
Bu yazıyı okuduktan sonra, Nükleer santrallara neden karşı olmamız gerektiği hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız; konusunda uzman 206 bilim insanının 2007 Martında imzalayıp kamuoyuna açıkladığı “Nükleer Santral Karşıtı Biliminsanları Bildirgesini, Türkiye Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin (HASUDER) Akkuyu Nükleer Santralı projesi ile ilgili 26.04.2014 tarihinde yaptığı açıklamasını ve son olarak benimde katkı yaptığım Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu’nun Şubat 2005 tarihli Akkuyu Nükleer Güç Santralları Projesi ÇED Raporu hakkındaki bir ön değerlendirme sayılabilecek değerlendirmesini yazımda daha güncel ve yerel bilgiler vermek adına lütfen verdiğim bağlantı adreslerinden okuyunuz.[4],[5],[6]


 Haritalarda sınırları ve komşulukları görülen ve 8 km2’lik vatan toprağını kirletecek “4.800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi’nin (ANSP)(Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Deniz Dolgu Alanı ve Yaşam Merkezi)” çevre örgütleri ve nükleer santrala karşı çıkan kimi örgütlerin muhtemelen tamamını okunmadan yaptıkları basın açıklamaları nedeniyle 3730 sayfa sanılan, ama internet kaynaklarından ulaşamadığım biri (açılmayan CD eki olarak Deniz Suyu raporları ekindeki PC Sea Water dosyası) hariç bütün ekleriyle toplam 4903 sayfa tutan ANSP Nihai ÇED Raporunu baştan sona okuyarak değerlendiren sayılı halk sağlığı uzmanlarındanım.
Olabildiğince sade ve kısa olmasına dikkat ederek ANSP Nihai ÇED Raporu’ndaki, bazıları henüz TTB Değerlendirmesinde de açıklanmayan kabul edilemez eksiklerin neler olduğunu önem sırası gütmeden sıralayarak anlamak istiyorum.
1. Uzun, multidisipliner, çok teknik ve ileri (yan dal) uzmanlık gerektiren ANSP Nihai ÇED Raporu devlet kurumlarının değerlendirme sığasının çok üzerindedir. Özel Format Belirleme ve İDK Toplantısına katılan toplam 83 katılımcıdan SB adına (biri Mersin İl Sağlık Müdürlüğü’nden) katılan ikisinin de mesleği çevre mühendisidir. Katılımcıların %36,1’ü genel müdür, şube müdürü ya da yatırımcı veya ÇED firması yetkilisidir. Diğer katılımcıların % 19,3’ü alanı belirtilmemiş mühendis, % 10,8’i çevre mühendisi, % 8,4’ü jeoloji mühendisi, %9,6’sı ise toplantı katılım tutanağına kendini teknik uzman olarak yazmıştır. Kurumları yönünden katılımcıların % 28,9’u Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB) kuruluşlarından, % 12,1’i askeri kurumlardan, % 12.i’i Orman ve Su işleri Bakanlığından,  7,2’si Akkuyu Nükleer Santralı (ROSATOM) yetkilisi, % 7,2’si de ÇED firması DOKAY ve onun danışman firmalarındandır. TAEK’ten katılan 4, Hacettepe Nükleer Mühendislik bölümünden katılan 2 akademisyen büyük olasılıkla nükleer mühendistir. İDK toplantısına katılan diğer üç akademisyenin üçü de jeoloji konusunun uzmanıdırlar. Komisyonda Allah için bir tane hekim veya sağlıkçı yoktur. (ayrıntılı bilgi için bkz. Dipnot 6’daki yayın).
2. Hiçbir ticari firma, müşterisinin beğenmeyeceği bozuk ürünü satmak istemez. Bu durum ANSP gibi devasa yatırımların yüksek ücretlerle özel ÇED firmalarına yaptırılan ÇED raporlarında daha belirgindir.  ÇED raporları uygun bulunmak için; ÇED yönetmeliği de raporları uygun bulmak için kurgulanmıştır.
1000 yıllık devlet geleneği olan ve Dünyanın en büyük 40 ekonomisinden bir olan (2012-2016 döneminde dünyanın 17. büyük ekonomisi) Türkiye Cumhuriyeti’nin 10 yıl önce (1995) yapacağı Nükleer santral ihalesinin ön incelemesinin yapılması işi ihale ile nükleer santral deneyimi olan yabancı (Güney Kore) danışmanlık şirketine verilmişti. Bu kez, teknik yeterliliği, hangi uzmanlık alanlarından hangi hizmeti satın aldığı; ÇED raporunun neredeyse kime hazırlatıldığı (tahmin edilse bile) meçhul olan DOKAY isimli yerli özel bir ÇED hazırlama firmasına yaptırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ülke güvenliğini ilgilendiren çok büyük risklerle dolu nükleer enerjili geleceği, konuyu hiç bilmeyen ve daha önce böyle bir konuda ÇED hazırlama deneyimi olmayan DOKAY isimli bir ticari ÇED firmasına teslim edilmiştir. Bu durum her şeyin ötesinde büyük bir milli güvenlik zaafıdır.
3. Bünyesinde 1200 MW’lık 4 nükleer reaktör barındıracak ANSP ÇED raporunda ‘işletme’ (Barış durumunda ve normal çalışması koşulları) haricinde; gerek barışta gerek savaşta veya olağanüstü hallerdeki “kaza, nükleer yakıt atıklarının bertarafı ve santralın söküm” aşamaları nitelikli olarak değinilmemiş, tanımlanmamış ve yeterince ayrıntılı açıklanmamıştır. ANSP sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda DOKAY’ın ve hisselerinin %92,85’si JSC ‘Concern Rosenergoatom’a (Devlet kuruluşu ‘Rosatom’a bağlı şirket)-Rusya,  %3,47’si JSC Atomstroyexport-Rusya’ya, %3,47’si OJSC Inter RAO UES-Avustralya’ya, % 0,1’i JSC Atomenergoremont-Rusya’ya ve % 0,1’i JSC Atomtechenergo-Rusya’ya ait Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş.’nin de ilk nükleer santralıdır. Çünkü ÇED raporunda, tasarımı örnek (referans santral) alınacağı ve Türkiye koşullarına ÇED Raporu uygun bulunduktan sonra uygulanacağı ifade edilen Rusya’nın Novovoronezh-II Nükleer Güç Santralı’nın inşaatı henüz bitmemiş ve faaliyete geçmemiş olup, dünyada çalışan örneği bulunmayan bir santraldır.[7] Türk halkı yeni Rus santral tasarımının kobayı yapılmıştır. Bu reaktör kendi türünün ilk örneği olup Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UEAE) 26.02.2015 güncellenme tarihli bilgiye göre halen inşaatı bitmemiş ve işletmeye alınmamış bir santral ve tasarımdır.[8]
4. ÇŞB adına İDK katılımcı kurum ve kuruluşları tarafından uygun bulunan ANSP ÇED raporundaki bütün senaryolar ve değerlendirmeler sanki santral yerleşkesinde sadece 1200 MW’lık tek santral olacak ve reaktörlerden birinde Çernobil örneğindeki gibi büyük nükleer yangın çıkınca kaza diğer reaktörlere yansımayacakmış gibi vb. senaryolarına göre yapılmıştır. Oysa Japonya’daki son Fukuşima Nükleer santral kazası hiç de böyle olmamıştır. 7 şiddetindeki depreme göre deniz kıyısında inşaa edilen Fukushima Daiichi Atom Santrali işletmesinde toplam altı nükleer reaktör vardı. 11 Mart 2011’deki çifte doğal afet (9 şiddetindeki deprem ve tsunami) nedeniyle 6 reaktörün 1., 2. ve 3. numaralı reaktörlerinin nükleer yakıt  çekirdeklerinde hasar (erime) oldu ve 1., 3., ve 4. Reaktörler patladı. 2. Ünitesinden de çok miktarda radyoaktif atık denize ve havaya kaçarak afet üçlü (deprem, tsunami, nükleer kazalar) afet biçimini aldı. Oysa patlayan 4. Reaktör ve 5. ve 6. Reaktörler bakımda olmaları nedeniyle deprem ve tsunami sırasında elektrik üretmiyorlardı.
Santralların ekonomik ömürlerinin 60 yıl olduğu ve 2023 yılına kadar dördünün de bitirileceği savlanmaktadır.  En kötü olasılıkla bugünden 60-70 yıl sonra (2083) gerek 7 şiddetindeki beklenen büyük Akdeniz depreminin ve ülkemizin jeopolitik konumunun duyarlılığı nedeniyle barış-savaş ve terörist saldırı olasılıklarının bugünden bilinebilmesi olası değildir. Bu çoklu afet durumlarında yapılacak kurtarma ve koruma senaryolarının, Çevre sağlığı eylem planlarının bütün olasılıkları ve ayrıntıları düşünerek yapılması gerekir. Bu ne ÇED raporunda ne de devletin Afet Birimlerince bugüne kadar yapılmamıştır.
5. ANSP ÇED raporunda: “Stokastik etkiler uzun vadede, düşük seviyede (kronik) radyasyona maruz kalma ile ilişkilidir. ("Stokastik" kelimesi bir şeyin gerçekleşme olasılığı olduğunu ifade etmektedir.) Artan maruz kalma seviyeleri bu sağlık etkilerinin gerçekleşme olasılığını arttırır fakat etkinin türünü veya şiddetini etkilemez.” denilerek çok eski ve resmi kabullere dayalı olan ve fakat güncel hekimlik bilgisi gerektiren bir konuda ahkâm kesilmektedir. ÇED raporunda pek çok bilgi gibi aşağıdaki şu bilgilerin de üzeri karartılmış, yok farzedilmiştir:
“Radyobiyolojide resmi yaklaşım sadece DNA’ya doğrudan zararın “endişe verici” olarak kabul edilmesidir. Düşük dozların ve yavaş doz hızlarının etkilerinin belirlenemez olduğu; yüksek doz ve hızlı doz hızları çalışmalarının kabul edilebilir olduğu kabul edilir; çünkü geleneksel radyasyon biyologları, sadece yüksek doz tepkimelerini test etmekte ve sadece zardaki doğrudan radyasyon zararını incelemektedirler. Oysa, “iyonize radyasyona düşük ve yavaş doz hızlarında maruziyetin beklenmeyen etkileri düşük yavaş doz koşullarının özel olan üç farklı biyolojik işleyişi nedeniyledir: Petkau etkisi, monosit tükenmesi ve bozulmuş eritrosit hücreleri.
- Petkau etkisi:
Dr. Petkau 1970 yılında bir hücre zarını yok etmek için 26 rad/dakika doz hızında (Hızlı doz hızı) toplam 3500 radlık doza gerek olduğunu keşfetti. Ama 0.001 rad/dakika doz hızında (yavaş doz hızı) hücre zarını yok etmek için sadece 0,7 rad gerektiğini keşfetti. Yavaş doz hızında işleyiş oksijenin negatif elektrik yüklenmesi ile serbest radikallerin üretilmesidir. Yavaş doz hızlarında üretilmiş seyrek dağıtılmış serbest radikaller, hücre zarıyla, hızlı doz hızları tarafından üretilen yoğun sıkıştırılmış serbest radikallerin yaptığından daha iyi bir tepkimeye girme ve ulaşma olasılığına sahiptir.
Monosit Azalması:
Nükleer parçalanma (fizyon) insan ve hayvanların kemik dokusu tarafından depolanan stronsiyom-90, plütonyum ve transuranikler (transuranics) gibi radyoaktif çekirdekçikler (radyonüklidler) oluşturur. Akyuvarların yapıldığı kök hücrelerini saran kemikte biriken bu radyoaktif çekirdekçikler, (kök hücrelerine ve kemik iliğine) süreğen (kronik) düşük yavaş doz radyasyon (ışınım) salarlar.
Normal erişkinde, kanın mikrolitresinde yaklaşık 7780 akyuvar (lökosit) vardır. Bunların yaklaşık 4300’ü nötrofil ve 2710’u lenfosittir. Sadece 500 monosit vardır. Eğer kemikte biriken radyonüklitler tarafından yapılan yavaş irradyasyon (ışınlama) nedeniyle kemik iliğindeki kök hücreleri yıkıma uğradı ise, örneğin, toplam lökosit sayısı mikrolitrede 400 kadar azalsa bu, toplam akyuvar hücrelerinin % 5’i kadar bir azalma yapacaktır. Şayet, bütün azalma sadece nötrofillerden olsaydı, bu, kan sayımını hâlâ doğal sınırlar içinde bırakarak sadece % 9,3’lük bir azalma anlamına gelirdi. Lenfositler hâlâ normal sınırda kalacaklar; hatta 400 hücre azalması sadece lenfositlerde olsaydı, lenfositlerin % 14.8’lik bir azalma olacaktı. Ancak, tüm bu azalma monositlerde olursa monositlerde % 80’lik dramatik bir azalma olurdu. Bu nedenle düşük doz radyasyonda, monositlerin gözlenmesi lenfosit ve nötrofillerdeki etkinin gözlenmesinden (şimdi genellikle yapılan lenfosit ve nötrofil etkisinin gözlenmesidir) daha önemlidir. Çünkü monositler eritrositlerdeki demirin yaklaşık % 37-40’ının geri dönüşümünden sorumlu oldukları için azalmaları demir eksikliği anemisi ne yol açar. Ama asıl önemleri bağışıklık düzenini harekete geçiren maddeleri salgılamaktan sorumlu olmalarıdır. Sayılarında ciddi azalma halinde pek çok hastalığın görülmesinin nedeni olan bağışıklık düzeni baskılanır.
Biçimsiz (deforme) eritrositler:
Yeni Zelenda’dan Dr. Les Simpsons, elektron mikroskobunda, beyin işlevlerinde şiddetli yorgunluğa neden olduğu için kısa süreli hafıza kaybı şeklinde belirti veren biçimsiz alyuvar hücreleri diye tanımladığı hücreler gözlemledi. Dr. Simpson, çok sayıda kronik yorgunluk hastasında böyle hücreleri saptadı ve kuramsal olarak bu duruma onların şişkin veya kabarık şekilleri yüzünden ince kılcal damarları tıkamasının ve böylece beyin ve kasların yeterli oksijen ve besinlerden mahrum bırakmasının yol açtığını düşündü. Kronik yorgunluk sendromu hem Bura- Bura hastalığı olarak adlandırılan Hiroşima ve Nagazaki’de hem de Çernobil’de saptandı.”[9]
ÇED Raporu’nda bölgedeki hastalıklar başlığında sadece kanser verileri kullanılmıştır. Bu veriler dışında mide ülseri ve mide zarı atrofisi, tiroit, meme, kan yapıcı organ ve diğer organ kanser ve tümörleri, hipotroidi, düşük doğum ağırlıklı (2500 gramın altındaki) bebek doğum sayısı ve ölüm sayısı ve prematüre bebek doğumu sayısı ve ölüm sayısı, gençlik tipi (Tip I) diyabet dâhil şeker hastalığı, verem gibi süreğen enfeksiyon ve bağışıklık bozukluğu hastalıklarından söz edilmemiştir.
TTB Halk Sağlığı Kolu Değerlendirmesinde de belirtildiği gibi yaptığım ve mart ayı içerisinde Türk Tabipleri Birliğine teslim edilecek ayrıntılı incelememe göre, son kez revize edilip 31 Mart 2014 tarihinde Bakanlığa sunulduğu ve ÇŞB’ınca değiştirilmeden UYGUN bulunduğu halde ANSP ÇED Raporu, Çernobil nükleer kazasının henüz gerçekleşmediği günümüzden 34 yıl öncesinin (1980) ve Fukushima nükleer kazasının gerçekleşmediği 21, 20 ve 14 yıl öncesinin (1988, 1993, 1994 ve 2000) bilgi, tüketim ve yaşam biçimlerine ve değerlendirme yöntemlerine göre elde edilmiş eski, ulusal ve yerel olmayan verilere dayanmakta olup günümüzün kişi-yer ve zaman özelliklerini temsil etmezler. Uzun, teknik ve karmaşık bir raporun ve eklerindeki laf kalabalığı ve İDK katılımcılarının yetersiz yüzünden yatırımcı konsorsiyum, ‘köpeksiz köyde değneksiz gezerek’ güncel ve doğru veri ve doz hesaplarının üzeri “hukuki biçimciliğin ve politik felcin birbirini takviye ettiği karmaşık uygulamaların arkasına sığınarak” karartmıştır.
5. Son olarak doğuda Mersin’e 120, Adana’ya ve İskenderun ve Antakya’ya yaklaşık 200 km uzaktaki nükleer santral sahasının 10 metre yüksekte esen hâkim rüzgârları çoğunlukla Kıbrıs’a estiği görülmektedir. Ne var ki nükleer santral sahasında (ne yazık ki sadece bir yıllık -Kasım 2009-Ekim 2010- döneminde ait olan 10-25 ve 60 metre yüksekteki hâkim rüzgâr yönleri küçük rüzgar gülünde görüldüğü gibi batıya, kuzeye ve doğuya da esmektedir. Özellikle bölgenin yağışlı ayları olan ekim, kasım, aralık, ocak, şubat, mart ve nisan aylarından mart, nisan ve ekim aylarında hâkim rüzgârlar karaya doğru büyük yerleşim yerlerine esmektedir. Bu aylarda olabilecek bir nükleer kazanın bütün radyasyonlu yağmuru kuzeye ve kuzey doğ ve kuzey batıya doğru esen hâkim rüzgarlarla Toroslara yaslanarak bölgeye hapsolup kara ve gündüz meltemleri ile bütün yükünü Toroslara, Çukurova’ya ve o yağmurlarla beslenen şehir içme suları ve besinlere boşaltacaktır. ÇED raporunda bu durum karartılmıştır.
EN İYİ ÇED RAPORU DEĞERLENDİRMESİ SANDIKTA YAPILIR;
Videodaki adam gülmekten kırılırken, alt yazıyla yapılan mizaha göre şu sözler zorlukla dökülüyordu ağzından “… bu arada iki seçim yapıldı. Her şeye rağmen ikisini de açık ara kazandık. Biz ne yaparsak yapalım bize oy veriyorlar. Şimdi önümüzde bir seçim daha var onu da kazanacağız. Spiker “Yine mi yüzde 45?” diye soruyordu; “Evet yine yüzde 45” diye cevap veriyor bizimkisi; “Hırsızlık hiç bu kadar keyifli olmamıştı.”[10] İşte bütün bu ahval ve şerait nedeniyle Akkuyu Nükleer Santralı Projesinin külliyen değerlendirilmesi, başta Mersinliler olmak üzere bütün Türkiye tarafından yaklaşan seçimlerde, sandıkta yapılacaktır.
10 Mart 2015, Osmaniye



[1] Halen Osmaniye Merkez Toplum Sağlığı Merkezi’nde Halk Sağlığı Uzmanı  olarak çalışan yazarın Dikensiz Gül (Doğu Akdeniz Çevrecileri Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Raporu), Enerji’de Toplumsal Maliyet ve Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları isimli iki telif ve Çernobil’in Sağlık Sonuçları ve Çernobil Halk Mahkemesi isimli iki çeviri kitabı ve çok sayıda bilimsel ve halklaştırılmış bilim yazısı vardır.
[2] Çıkar Grupları. http://tr.wikipedia.org/wiki/Çıkar_grupları. Erişim tarihi: 26.02.2015.
[4] Nükleer Santral Karşıtı Bilim İnsanları Bildirisi. 10 Mart 2007. http://nukleersiz.org/raporlar. Erişim tarihi: 26.02.2015.

[5] HASUDER. Nükleer Santraller Bir Halk Sağlığı Sorunu: Çernobil insanlığa bir derstir! 26.04.2014. http://www.hasuder.org.tr/hsg/?p=2688. Erişim tarihi: 26.02.2015.

[6] Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesi ÇED Raporu Değerlendirmesi. Ankara: Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu. Şubat 2015. http://www.ttb.org.tr/kutuphane/ced_rpr.pdf. Erişim tarihi: 26.02.2015.
[7] Novovoronezh Nuclear Power Plant-II. http://en.wikipedia.org/wiki/Novovoronezh_Nuclear_Power_Plant_II. Erişim tarihi: 26.02.2015.
[9] International Peace Bureau (İPB), Permanent People’s Tribunal, International Medical Commision on Chernobyl-ICCC. Çernobil Halk Mahkemesi. Çev. Umur Gürsoy. 12-15 Nisan 1996, İstanbul: Yeni İnsan Yayınları, Nisan 2012.