Yayın Bilgisi: Gürsoy U. Hasta doktorunu dinler: Nükleer Santrala neden karşı
çıkmalıyız?. Arter, Mersin Tabip Odası Bülteni:2005;1:3-9.
NÜKLEER SANTRALA
NEDEN KARŞI ÇIKMALIYIZ?
Umur Gürsoy[1]
Meslek Odalarının Artan Sorumluluğu
Çağcıl
demokratik ve liberal ekonomiye sahip devletlerde toplumdaki huzur irili ufaklı
çeşitli çıkar grupları arasındaki uyum sayesinde sağlanır. Çıkar grupları (aynı
zamanda baskı grupları, lobici gruplar olarak da
adlandırılır), gevşek ya da sıkı organize olmuş, kendi taraflarından yana
hareket eden, seçimlere girmeden kamu politikasını değiştirmeye
ya da kamu politikasında yapılacak değişikleri önlemeye çalışan gruplardır.[2]
Gelişmiş Batılı (Kuzeyli) ülkeler tarihlerindeki
büyük din ve iç savaşları ve sonunda yaşadıkları iki büyük dünya savaşı sonunda
mantıksız ve hiç bitmeyen çatışmalarına yol açan ırk ve din temelli çıkar grubu
kavramı yerine yurttaşlık haklarıyla desteklenen ekonomik sektörler arası (aynı
işi yapanlar) çıkarları ve demokratik ve barışçı çatışmayı koymuştur. Çıkar
gruplarının çeşitli üst (Enerji, turizm gibi) ve alt (rüzgâr, kömür, petrol
sektörü veya kış, yaz, sağlık turizmi sektörü gibi) grupları vardır, ama en
temel ayrım özel çıkarlar ve kamu (halk) çıkarları şeklindedir. Bütün bunların
sonu (uluslararası şirketlerin yerli ortakları vasıtasıyla oluşturduğu çıkarlar
haricinde) tek bir çıkar grubuna, içinde bütün çıkar gruplarını barındıran ulusal
çıkarlara varır. Çünkü devlet tek tek özel çıkarların birleşmesiyle oluşur. Çıkar
gruplarının güçlü olmadığı ülkelerde kamunun çıkarlarının kamucu-toplumcu
devlet modelleri (Kemalist-sosyalist vb.) korurken, başını ABD’nin çektiği çok
uluslu sermayenin Dünya Ticaret Örgütü anlaşmaları ve borçlandırma yoluyla hükümetler
üzerinde oluşturduğu egemenlik, günümüzde yerel topluluklardan oluşan gerçek
kamusal çıkarların korunmasını zorlaştırmıştır.
Ülkemiz kamucu Kemalist cumhuriyet modelinden
liberal ekonomiye geçişi, 12 Eylül Darba yönetiminin baskıcı anayasası ve seçim,
siyasi partiler ve memur sendikaları vb. yasaları nedeniyle sakatlandığı için
kamu çıkarlarının korunması neredeyse tamamen küçük çevre korumacı gruplar dışında
meslek odalarına kalmıştır. Çünkü içinde henüz ırk, din ve ideolojik ayırım
temeline dayalı olmayan ve hükümet dışı oldukları için çokuluslu sermayenin
sözünü geçiremediği tek demokratik örgütlenme meslek odalarıdır. Bu nedenle meslek odaları sadece üyelerinin
değil üyelerinin aile ve akrabalarından oluşan bütün bir kamunun çıkarlarını da
savunmalıdır. Türk Tabipler Birliği ve Tabip Odaları’nın zaten böyle bir görevi
vardır: Halk sağlığını korumaya çalışmak.[3]
Nasıl Mersin veya Antalya’daki seraları etkileyen
bir afet turfanda sebze ve meyve fiatları yoluyla bizleri etkiler ya da
Mersin’deki 7 büyüklüğündeki bir deprem bütün Türkiye’deki hekim ve
sağlıkçıları etkilerse (Erzincan ve Adapazarı-Gölcük depremlerindeki geçici görevlendirmeleri
hatırlayınız); Mersin’deki bir nükleer santral yatırımı da bütün ülkenin
sağlıkçılarını değil bütün dünya halklarını ilgilendirir. Zira Çernobil Nükleer
Santralının tek bir reaktöründeki nükleer yangın bütün dünyayı ilgilendirmişti.
“Tüm uzmanların
aynı görüşte olmaları, hepsinin de yanılmaları anlamına da gelebilir”
Bertrand Russell
Nükleer santralların bizleri bir başka ilgilendirme
nedeni de tamamen meslekidir. Yürürlükteki yasa ve yönetmeliklere göre -Çevresel
Etki Değerlendirme (ÇED) ve İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin
Yönetmelikler- aynı zamanda 1. Sınıf Gayrı Sıhhi Müessese (GSM) olan ÇED
yönetmeliğine tabii işyerlerinin çevresinde bırakılması gereken Sağlığı Koruma
Bandı Mesafesi kararı, tamamen bir hekim ve sağlıkçı işidir. Ne var ki gözden
kaçan bir mevzuat düzenlemesi ile ÇED yönetmeliğine göre içinde sağlıkçıların
bulunmadığı ÇED İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu (İDK), GSM
değerlendirmesinin yer seçimi ve sağlığı koruma bandı mesafesi belirleme aşamalarına
karar vermekte; mühendislerin raporu sağlıkçıların GSM raporu yerine
geçmektedir.
Bu yanlışa sağlıkçıların müdahale etme noktası İDK’ya
sunulan ÇED raporu hakkında İl (Sağlık) Halk Sağlığı Müdürlüğünden istenen
görüş verme aşamasıdır. ÇED raporu dosyası İl (Halk) Sağlık Müdürlüğüne
yollanır ve yapılacak işletmenin sağlık yönünden sakıncası var mı? diye görüş
sorulur. Ne yazık ki bu görüş, gerek ÇED ve GSM raporu değerlendirmesini
bilmeyen, gerekse sağlık mesleği elemanı olmayan sağlık müdürlüğü yetkilileri
tarafından “Yasa ve yönetmeliklere aykırı
olmamak kaydıyla uygundur” şeklinde verilmektedir.
Hukuki biçimciliğin ve politik felcin bir göstergesi
olan bu durum aslında bir görev ihmali ve mesleki yetki gaspıdır. Çünkü
yapılacak yatırımın ÇED Raporu başvurusunun “Yasa
ve Yönetmeliklere aykırı olup olmadığını”, kamu adına sağlığın
korunmasından sorumlu örgüt olan (halk) sağlık(ğı) müdürlüğü ve SB bilebilir ve
zaten bu nedenle görüşü istenmektedir. Ama neredeyse bütün sağlık müdürlüklerine
bulaşıcı hastalık gibi yayılmış verilen bu genelleşmiş görüş, sınavda öğrencisine
“Aşağıdaki cevaplardan hangisi doğrudur?”
diye soran öğretmene öğrencisinin “Hangi
cevap doğruysa doğru cevap odur”, diye yanıtlamasından farklı değildir.
Çünkü öğrencinin görevi soruya kesin bir yanıt vermesidir. İl (Halk) Sağlık(ğı)
Müdürlüğü’nün ÇED raporu ile ilgili görüşü: “İlgili
yatırımın halk ve çevre sağlığı yönünden yasa ve yönetmeliklerimize göre
sakıncası yoktur.”, veya “ÇED raporunun
şu, şu madde ve bölümlerinde anlatılan önlemler eksiktir; şu yönde bırakılan sağlığı
koruma bandı mesafesi yetersizdir veya (en önemlisi) yatırımın yer seçimi yıl
boyu en çok esen (hâkim) rüzgârların yerleşim yerlerine doğru esmesi nedeniyle
uygun değildir.” şeklinde olmalıdır. Bütün bu görüşlerin hukuki
bağlayıcılığı vardır ve yasasal yollardan itiraz edilip uygun görüş verilen bir
ÇED Raporu iptal edildiğinde yukarıdaki gibi yuvarlak (bulanık) bir görüş vermek aslında görev kötüye kullanmak demektir.
Bir başka yanlış ta İDK toplantısına katılan Mersin
İl Sağlık Müdürlüğü ve SB’ndan katılan ve Akkuyu Nükleer Santralı Projesi ÇED
raporuna uygun görüş veren iki yetkilinin mesleğinin çevre mühendisi olmasıdır.
Böyle bir temsiliyet, bırakın bir başka sağlıkçının, hastayı bir çevre
mühendisinin muayene ve tedavi vb. etmesi demektir.
Çevre mühendisleri ile alıp veremediğim yok, ama
Türkiye’de çevre mühendisliği eğitiminin çevre ve halk sağlığı bilgisi
bakımından ne kadar yetersiz olduğunu kendi hocalık dönemimden biliyorum.
1999-2005 arasında öğretim görevlisi olarak çalıştığım Akdeniz Üniversitesi Tıp
Fakültesinde, Türkiye’de bir ilk olan uygulamayla iki yıl, üniversitenin Mühendislik
Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü 1. Sınıf öğrencilerine seçmeli halk sağlığı
dersleri verdim. 20-30 kişilik sınıftan sadece 8 öğrenci dersimi seçmişti.
Türkiye’de çevre sağlığı dersini halk sağlığı uzmanlarından alan başka çevre
mühendisliği bölümü olduğunu sanmıyorum. Akdeniz Çevre Mühendisliği
öğrencilerine hava kirliliği dersini bir ziraat mühendisliği hocası veriyordu. SB
ve sağlık müdürlüğünün görüşünün Çevre mühendislerince oluşturulması; ‘yok hükmündedir ve bir mesleki yetki gaspı’dır.
Ev sahibinin hiç mi kabahati yoktur? Tıp fakültesindeki
aldığınız halk sağlığı derslerinde çoğunuza hâkim olan tutumu hatırlayın: Siz
klinisyen olacaksınız, bu derslerden size ne? Ama şimdi içinizden azımsanmayacak
sayıdaki bazılarınız sağlık müdürü, şube müdürü, müdür yardımcısı ya da
bakanlık merkez teşkilatında teknokrat oldu. Sizinle beraber çocuklarınızın ve
sevdiklerinizin de yaşadığı illerde sizin ve halkın sağlığını ilgilendiren ağır
sanayi yatırımları ve nükleer santrallarla ilgili değerlendirmeleri ya çevre
mühendisleri ya çevre sağlığı teknisyenleri (ki hiç yoktan iyidir) yapıyorlar; sağlık
müdürlüğü ve sağlık bakanlığının görüşlerini onlar hazırlıyorlar ve tıp
fakültesi mezunları, müdür veya bakanlıkta daire başkanları olarak size de “Yasa ve yönetmeliklere aykırı olmamak
kaydıyla uygundur” şeklindeki absürt (saçma) görüş yazılarını imzalamak
düşüyor.
SONUÇ
Birçok insan
aynı şeye inanırsa kolaylıkla şu sonuca varabilirler: Bok yiyen milyonlarca
sinek yanılmış olamaz. Ya da özel hayatında son derece namuslu olan modern bir
iş adamını ele alınız. Onu yönetim kurulu üyesi yapıp sorumluluğu on iki
kişiyle birlikte ona yüklerseniz birden zeki bir katil gibi davranabilir.
Kontrad Lorenz
Bu yazıyı okuduktan sonra, Nükleer santrallara neden
karşı olmamız gerektiği hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız; konusunda
uzman 206 bilim insanının 2007 Martında imzalayıp kamuoyuna açıkladığı “Nükleer
Santral Karşıtı Biliminsanları Bildirgesini, Türkiye Halk Sağlığı Uzmanları
Derneği’nin (HASUDER) Akkuyu Nükleer Santralı projesi ile ilgili 26.04.2014
tarihinde yaptığı açıklamasını ve son olarak benimde katkı yaptığım Türk
Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu’nun Şubat 2005 tarihli Akkuyu Nükleer Güç Santralları Projesi ÇED Raporu hakkındaki bir ön değerlendirme sayılabilecek değerlendirmesini
yazımda daha güncel ve yerel bilgiler vermek adına lütfen verdiğim bağlantı
adreslerinden okuyunuz.[4],[5],[6]
Haritalarda
sınırları ve komşulukları görülen ve 8 km2’lik vatan toprağını
kirletecek “4.800 MWe Kurulu Gücünde
Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi’nin (ANSP)(Nükleer Güç Santralı,
Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Deniz Dolgu Alanı ve Yaşam Merkezi)” çevre
örgütleri ve nükleer santrala karşı çıkan kimi örgütlerin muhtemelen tamamını okunmadan yaptıkları basın açıklamaları nedeniyle 3730 sayfa sanılan, ama internet kaynaklarından
ulaşamadığım biri (açılmayan CD eki olarak Deniz Suyu raporları ekindeki
PC Sea Water dosyası) hariç bütün ekleriyle toplam
4903 sayfa tutan ANSP Nihai ÇED
Raporunu baştan sona okuyarak değerlendiren sayılı halk sağlığı uzmanlarındanım.
Olabildiğince
sade ve kısa olmasına dikkat ederek ANSP
Nihai ÇED Raporu’ndaki, bazıları henüz TTB Değerlendirmesinde de açıklanmayan
kabul edilemez eksiklerin neler olduğunu önem sırası gütmeden sıralayarak anlamak
istiyorum.
1. Uzun,
multidisipliner, çok teknik ve ileri (yan dal) uzmanlık gerektiren ANSP Nihai ÇED Raporu devlet kurumlarının
değerlendirme sığasının çok üzerindedir. Özel Format Belirleme ve İDK Toplantısına katılan toplam 83
katılımcıdan SB adına (biri Mersin İl Sağlık Müdürlüğü’nden) katılan ikisinin
de mesleği çevre mühendisidir. Katılımcıların %36,1’ü genel müdür, şube müdürü
ya da yatırımcı veya ÇED firması yetkilisidir. Diğer katılımcıların % 19,3’ü
alanı belirtilmemiş mühendis, % 10,8’i çevre mühendisi, % 8,4’ü jeoloji
mühendisi, %9,6’sı ise toplantı katılım tutanağına kendini teknik uzman olarak
yazmıştır. Kurumları yönünden katılımcıların % 28,9’u Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı (ÇŞB) kuruluşlarından, % 12,1’i askeri kurumlardan, % 12.i’i Orman ve
Su işleri Bakanlığından, 7,2’si Akkuyu
Nükleer Santralı (ROSATOM) yetkilisi, % 7,2’si de ÇED firması DOKAY ve onun
danışman firmalarındandır. TAEK’ten katılan 4, Hacettepe Nükleer Mühendislik
bölümünden katılan 2 akademisyen büyük olasılıkla nükleer mühendistir. İDK
toplantısına katılan diğer üç akademisyenin üçü de jeoloji konusunun
uzmanıdırlar. Komisyonda Allah için bir tane
hekim veya sağlıkçı yoktur. (ayrıntılı bilgi için bkz. Dipnot 6’daki yayın).
2. Hiçbir ticari firma, müşterisinin beğenmeyeceği bozuk
ürünü satmak istemez. Bu durum ANSP gibi devasa yatırımların yüksek ücretlerle
özel ÇED firmalarına yaptırılan ÇED raporlarında daha belirgindir. ÇED raporları uygun bulunmak için; ÇED
yönetmeliği de raporları uygun bulmak için kurgulanmıştır.
1000
yıllık devlet geleneği olan ve Dünyanın en büyük 40 ekonomisinden bir olan (2012-2016 döneminde
dünyanın 17. büyük ekonomisi)
Türkiye Cumhuriyeti’nin 10 yıl önce (1995) yapacağı Nükleer santral ihalesinin
ön incelemesinin yapılması işi ihale ile nükleer santral deneyimi olan yabancı
(Güney Kore) danışmanlık şirketine verilmişti. Bu kez, teknik yeterliliği,
hangi uzmanlık alanlarından hangi hizmeti satın aldığı; ÇED raporunun neredeyse
kime hazırlatıldığı (tahmin edilse bile) meçhul olan DOKAY isimli yerli özel
bir ÇED hazırlama firmasına yaptırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ülke
güvenliğini ilgilendiren çok büyük risklerle dolu nükleer enerjili geleceği, konuyu
hiç bilmeyen ve daha önce böyle bir konuda ÇED hazırlama deneyimi olmayan DOKAY
isimli bir ticari ÇED firmasına teslim edilmiştir. Bu durum her şeyin ötesinde büyük
bir milli güvenlik zaafıdır.
3. Bünyesinde 1200 MW’lık 4 nükleer
reaktör barındıracak ANSP ÇED raporunda ‘işletme’ (Barış durumunda ve normal
çalışması koşulları) haricinde; gerek barışta gerek savaşta veya olağanüstü
hallerdeki “kaza, nükleer yakıt atıklarının
bertarafı ve santralın söküm” aşamaları nitelikli olarak değinilmemiş,
tanımlanmamış ve yeterince ayrıntılı açıklanmamıştır. ANSP sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda DOKAY’ın ve hisselerinin %92,85’si JSC ‘Concern Rosenergoatom’a (Devlet
kuruluşu ‘Rosatom’a bağlı şirket)-Rusya, %3,47’si
JSC Atomstroyexport-Rusya’ya, %3,47’si OJSC Inter RAO UES-Avustralya’ya, % 0,1’i JSC Atomenergoremont-Rusya’ya ve % 0,1’i JSC Atomtechenergo-Rusya’ya ait Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş.’nin de
ilk nükleer santralıdır. Çünkü ÇED raporunda, tasarımı örnek (referans santral)
alınacağı ve Türkiye koşullarına ÇED Raporu uygun bulunduktan sonra
uygulanacağı ifade edilen Rusya’nın Novovoronezh-II Nükleer Güç Santralı’nın
inşaatı henüz bitmemiş ve faaliyete geçmemiş olup, dünyada çalışan örneği
bulunmayan bir santraldır.[7]
Türk halkı yeni Rus santral tasarımının kobayı yapılmıştır. Bu reaktör kendi
türünün ilk örneği olup Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UEAE) 26.02.2015
güncellenme tarihli bilgiye göre halen inşaatı bitmemiş ve işletmeye alınmamış
bir santral ve tasarımdır.[8]
4.
ÇŞB adına İDK katılımcı kurum ve kuruluşları tarafından uygun bulunan ANSP ÇED
raporundaki bütün senaryolar ve değerlendirmeler sanki santral yerleşkesinde
sadece 1200 MW’lık tek santral olacak ve reaktörlerden birinde Çernobil
örneğindeki gibi büyük nükleer yangın çıkınca kaza diğer reaktörlere
yansımayacakmış gibi vb. senaryolarına göre yapılmıştır. Oysa Japonya’daki son
Fukuşima Nükleer santral kazası hiç de böyle olmamıştır. 7 şiddetindeki depreme
göre deniz kıyısında inşaa edilen Fukushima Daiichi Atom Santrali işletmesinde
toplam altı nükleer reaktör vardı. 11 Mart 2011’deki çifte doğal afet (9
şiddetindeki deprem ve tsunami) nedeniyle 6 reaktörün 1., 2. ve 3. numaralı reaktörlerinin
nükleer yakıt çekirdeklerinde hasar
(erime) oldu ve 1., 3., ve 4. Reaktörler patladı. 2. Ünitesinden de çok
miktarda radyoaktif atık denize ve havaya kaçarak afet üçlü (deprem, tsunami,
nükleer kazalar) afet biçimini aldı. Oysa patlayan 4. Reaktör ve 5. ve 6. Reaktörler
bakımda olmaları nedeniyle deprem ve tsunami sırasında elektrik üretmiyorlardı.
Santralların
ekonomik ömürlerinin 60 yıl olduğu ve 2023 yılına kadar dördünün de
bitirileceği savlanmaktadır. En kötü
olasılıkla bugünden 60-70 yıl sonra (2083) gerek 7 şiddetindeki beklenen büyük
Akdeniz depreminin ve ülkemizin jeopolitik konumunun duyarlılığı nedeniyle
barış-savaş ve terörist saldırı olasılıklarının bugünden bilinebilmesi olası
değildir. Bu çoklu afet durumlarında yapılacak kurtarma ve koruma senaryolarının,
Çevre sağlığı eylem planlarının bütün olasılıkları ve ayrıntıları düşünerek yapılması
gerekir. Bu ne ÇED raporunda ne de devletin Afet Birimlerince bugüne kadar
yapılmamıştır.
5. ANSP ÇED raporunda: “Stokastik etkiler uzun vadede, düşük
seviyede (kronik) radyasyona maruz kalma ile ilişkilidir. ("Stokastik"
kelimesi bir şeyin gerçekleşme olasılığı olduğunu ifade etmektedir.) Artan
maruz kalma seviyeleri bu sağlık etkilerinin gerçekleşme olasılığını arttırır
fakat etkinin türünü veya şiddetini etkilemez.” denilerek çok eski ve resmi
kabullere dayalı olan ve fakat güncel hekimlik bilgisi gerektiren bir konuda
ahkâm kesilmektedir. ÇED raporunda pek çok bilgi gibi aşağıdaki şu bilgilerin
de üzeri karartılmış, yok farzedilmiştir:
“Radyobiyolojide
resmi yaklaşım sadece DNA’ya doğrudan zararın “endişe verici” olarak kabul edilmesidir.
Düşük dozların ve yavaş doz hızlarının etkilerinin belirlenemez olduğu; yüksek
doz ve hızlı doz hızları çalışmalarının kabul edilebilir olduğu kabul edilir;
çünkü geleneksel radyasyon biyologları, sadece yüksek doz tepkimelerini test
etmekte ve sadece zardaki doğrudan radyasyon zararını incelemektedirler. Oysa, “iyonize radyasyona düşük ve yavaş doz
hızlarında maruziyetin beklenmeyen etkileri düşük yavaş doz koşullarının özel olan üç farklı biyolojik
işleyişi nedeniyledir: Petkau etkisi, monosit tükenmesi ve bozulmuş eritrosit
hücreleri.
- Petkau
etkisi:
Dr. Petkau 1970
yılında bir hücre zarını yok etmek için 26 rad/dakika doz hızında (Hızlı doz
hızı) toplam 3500 radlık doza gerek olduğunu keşfetti. Ama 0.001 rad/dakika doz
hızında (yavaş doz hızı) hücre zarını yok etmek için sadece 0,7 rad gerektiğini
keşfetti. Yavaş doz hızında işleyiş oksijenin negatif elektrik yüklenmesi ile
serbest radikallerin üretilmesidir. Yavaş doz hızlarında üretilmiş seyrek
dağıtılmış serbest radikaller, hücre zarıyla, hızlı doz hızları tarafından
üretilen yoğun sıkıştırılmış serbest radikallerin yaptığından daha iyi bir
tepkimeye girme ve ulaşma olasılığına sahiptir.
Monosit
Azalması:
Nükleer
parçalanma (fizyon) insan ve hayvanların kemik dokusu tarafından depolanan stronsiyom-90,
plütonyum ve transuranikler (transuranics) gibi radyoaktif çekirdekçikler
(radyonüklidler) oluşturur. Akyuvarların yapıldığı kök hücrelerini saran kemikte
biriken bu radyoaktif çekirdekçikler, (kök hücrelerine ve kemik iliğine)
süreğen (kronik) düşük yavaş doz radyasyon (ışınım) salarlar.
Normal
erişkinde, kanın mikrolitresinde yaklaşık 7780 akyuvar (lökosit) vardır.
Bunların yaklaşık 4300’ü nötrofil ve 2710’u lenfosittir. Sadece 500 monosit
vardır. Eğer kemikte biriken radyonüklitler tarafından yapılan yavaş
irradyasyon (ışınlama) nedeniyle kemik iliğindeki kök hücreleri yıkıma uğradı
ise, örneğin, toplam lökosit sayısı mikrolitrede 400 kadar azalsa bu, toplam
akyuvar hücrelerinin % 5’i kadar bir azalma yapacaktır. Şayet, bütün azalma
sadece nötrofillerden olsaydı, bu, kan sayımını hâlâ doğal sınırlar içinde
bırakarak sadece % 9,3’lük bir azalma anlamına gelirdi. Lenfositler hâlâ normal
sınırda kalacaklar; hatta 400 hücre azalması sadece lenfositlerde olsaydı,
lenfositlerin % 14.8’lik bir azalma olacaktı. Ancak, tüm bu azalma monositlerde
olursa monositlerde % 80’lik dramatik bir azalma olurdu. Bu nedenle düşük doz
radyasyonda, monositlerin gözlenmesi lenfosit ve nötrofillerdeki etkinin
gözlenmesinden (şimdi genellikle yapılan lenfosit ve nötrofil etkisinin
gözlenmesidir) daha önemlidir. Çünkü monositler eritrositlerdeki demirin
yaklaşık % 37-40’ının geri dönüşümünden sorumlu oldukları için azalmaları demir
eksikliği anemisi ne yol açar. Ama asıl önemleri bağışıklık düzenini harekete
geçiren maddeleri salgılamaktan sorumlu olmalarıdır. Sayılarında ciddi azalma
halinde pek çok hastalığın görülmesinin nedeni olan bağışıklık düzeni
baskılanır.
Biçimsiz
(deforme) eritrositler:
Yeni
Zelenda’dan Dr. Les Simpsons, elektron mikroskobunda, beyin işlevlerinde
şiddetli yorgunluğa neden olduğu için kısa süreli hafıza kaybı şeklinde belirti
veren biçimsiz alyuvar hücreleri diye tanımladığı hücreler gözlemledi. Dr.
Simpson, çok sayıda kronik yorgunluk hastasında böyle hücreleri saptadı ve kuramsal
olarak bu duruma onların şişkin veya kabarık şekilleri yüzünden ince kılcal
damarları tıkamasının ve böylece beyin ve kasların yeterli oksijen ve
besinlerden mahrum bırakmasının yol açtığını düşündü. Kronik yorgunluk sendromu
hem Bura- Bura hastalığı olarak adlandırılan Hiroşima ve Nagazaki’de hem de
Çernobil’de saptandı.”[9]
ÇED
Raporu’nda bölgedeki hastalıklar başlığında sadece kanser verileri
kullanılmıştır. Bu veriler dışında mide ülseri ve mide zarı atrofisi, tiroit,
meme, kan yapıcı organ ve diğer organ kanser ve tümörleri, hipotroidi, düşük
doğum ağırlıklı (2500 gramın altındaki) bebek doğum sayısı ve ölüm sayısı ve
prematüre bebek doğumu sayısı ve ölüm sayısı, gençlik tipi (Tip I) diyabet
dâhil şeker hastalığı, verem gibi süreğen enfeksiyon ve bağışıklık bozukluğu hastalıklarından
söz edilmemiştir.
TTB Halk Sağlığı Kolu
Değerlendirmesinde de belirtildiği gibi yaptığım ve mart ayı içerisinde Türk
Tabipleri Birliğine teslim edilecek ayrıntılı incelememe göre, son kez revize
edilip 31 Mart
2014 tarihinde Bakanlığa sunulduğu ve
ÇŞB’ınca değiştirilmeden UYGUN bulunduğu halde ANSP ÇED Raporu, Çernobil nükleer kazasının henüz
gerçekleşmediği günümüzden 34 yıl öncesinin (1980) ve Fukushima nükleer
kazasının gerçekleşmediği 21, 20 ve 14
yıl öncesinin (1988, 1993, 1994 ve 2000) bilgi, tüketim ve yaşam biçimlerine ve değerlendirme yöntemlerine göre
elde edilmiş eski, ulusal ve yerel olmayan verilere dayanmakta olup günümüzün
kişi-yer ve zaman özelliklerini temsil etmezler. Uzun, teknik ve karmaşık bir
raporun ve eklerindeki laf kalabalığı ve İDK katılımcılarının yetersiz yüzünden
yatırımcı konsorsiyum, ‘köpeksiz köyde değneksiz gezerek’ güncel ve doğru
veri ve doz hesaplarının üzeri “hukuki biçimciliğin ve politik felcin birbirini takviye ettiği
karmaşık uygulamaların arkasına sığınarak” karartmıştır.
5.
Son olarak doğuda Mersin’e 120, Adana’ya ve İskenderun ve Antakya’ya yaklaşık
200 km uzaktaki nükleer santral sahasının 10 metre yüksekte esen hâkim rüzgârları
çoğunlukla Kıbrıs’a estiği görülmektedir. Ne var ki nükleer santral sahasında
(ne yazık ki sadece bir yıllık -Kasım 2009-Ekim 2010- döneminde ait olan
10-25 ve 60 metre yüksekteki hâkim rüzgâr yönleri küçük rüzgar gülünde
görüldüğü gibi batıya, kuzeye ve doğuya da esmektedir. Özellikle bölgenin
yağışlı ayları olan ekim, kasım, aralık, ocak, şubat, mart ve nisan aylarından
mart, nisan ve ekim aylarında hâkim rüzgârlar karaya doğru büyük yerleşim
yerlerine esmektedir. Bu aylarda olabilecek bir nükleer kazanın bütün
radyasyonlu yağmuru kuzeye ve kuzey doğ ve kuzey batıya doğru esen hâkim
rüzgarlarla Toroslara yaslanarak bölgeye hapsolup kara ve gündüz meltemleri ile
bütün yükünü Toroslara, Çukurova’ya ve o yağmurlarla beslenen şehir içme suları
ve besinlere boşaltacaktır. ÇED raporunda bu durum karartılmıştır.
EN İYİ ÇED
RAPORU DEĞERLENDİRMESİ SANDIKTA YAPILIR;
Videodaki adam gülmekten kırılırken, alt yazıyla
yapılan mizaha göre şu sözler zorlukla dökülüyordu ağzından “… bu arada iki seçim yapıldı. Her şeye
rağmen ikisini de açık ara kazandık. Biz ne yaparsak yapalım bize oy
veriyorlar. Şimdi önümüzde bir seçim daha var onu da kazanacağız. Spiker “Yine mi yüzde 45?” diye soruyordu; “Evet yine yüzde 45” diye cevap veriyor
bizimkisi; “Hırsızlık hiç bu kadar
keyifli olmamıştı.”[10]
İşte bütün bu ahval ve şerait nedeniyle Akkuyu Nükleer Santralı Projesinin
külliyen değerlendirilmesi, başta Mersinliler olmak üzere bütün Türkiye tarafından
yaklaşan seçimlerde, sandıkta yapılacaktır.
10 Mart 2015, Osmaniye
[1] Halen
Osmaniye Merkez Toplum Sağlığı Merkezi’nde Halk Sağlığı Uzmanı
olarak çalışan yazarın Dikensiz Gül (Doğu Akdeniz Çevrecileri Temiz ve
Yenilenebilir Enerji Kaynakları Raporu), Enerji’de Toplumsal Maliyet ve Temiz
ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları isimli iki telif ve Çernobil’in Sağlık
Sonuçları ve Çernobil Halk Mahkemesi isimli iki çeviri kitabı ve çok sayıda
bilimsel ve halklaştırılmış bilim yazısı vardır.
[3] Türk
Tabipleri Birliği Kanunu. Madde 4. http://www.ttb.org.tr/mevzuat/index.php?option=com_content&view=article&id=14:tk-tablerblkanunu-6023-&catid=1:yasa&Itemid=28.
Erişim tarihi: 26.02.2015.
[4] Nükleer
Santral Karşıtı Bilim İnsanları Bildirisi. 10 Mart 2007. http://nukleersiz.org/raporlar.
Erişim tarihi: 26.02.2015.
[5] HASUDER. Nükleer Santraller Bir Halk Sağlığı
Sorunu: Çernobil insanlığa bir derstir! 26.04.2014. http://www.hasuder.org.tr/hsg/?p=2688. Erişim tarihi: 26.02.2015.
[6] Akkuyu
Nükleer Güç Santrali Projesi ÇED Raporu Değerlendirmesi. Ankara: Türk Tabipleri
Birliği Halk Sağlığı Kolu. Şubat 2015. http://www.ttb.org.tr/kutuphane/ced_rpr.pdf.
Erişim tarihi: 26.02.2015.
[7] Novovoronezh
Nuclear Power Plant-II. http://en.wikipedia.org/wiki/Novovoronezh_Nuclear_Power_Plant_II. Erişim tarihi: 26.02.2015.
[8] NOVOVORONEZH-2.
http://www.iaea.org/PRIS/CountryStatistics/ReactorDetails.aspx?current=898. Erişim tarihi: 26.02.2015.
[9] International Peace Bureau (İPB),
Permanent People’s Tribunal, International Medical Commision on Chernobyl-ICCC.
Çernobil Halk Mahkemesi. Çev. Umur Gürsoy. 12-15 Nisan 1996, İstanbul: Yeni
İnsan Yayınları, Nisan 2012.
[10] Aynen
Böyle Oluyor. https://www.facebook.com/umur.gursoy.1#!/video.php?v=872074819526570&pnref=story.
Erişim tarihi: 26.02.2015.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder