BARDAK VE DAMLA
Umur Gürsoy, Halk Sağlığı Uzmanı
Halil
Cibranvari söylersek ‘bardak’ sensin, ey okuyucu! Ey okur mu demeliydim, yoksa Ey
okuyan mı? Aralarında ne fark var? Devlet babanın bir bildiği var mıdır, bu
konuda? Devlet her şeye; dilimize ve de doktorun tedavisine karışır mı? Eğer
halk sağlığını tedavi ediyorsan karışır karışmasına, ama karışmalı mıdır? Size
bir ara halk sağlığında göstergebilimsel (sadece yazılı ve sözlü dil
sembollerini değil bütün işaret, sembol ve jargon gibi kendine özel meslek ve
topluluk dil ve göstergelerini inceleyen bilim; semiyotik veya semiyoloji) bir
serüveni de yazmalıyım, ama şimdi demem bu değil (bkz. Küçükerdoğan R.
Göstergebilim Ders Notları 2. http://slideplayer.biz.tr/slide/2018487/#
ve http://tr.wikipedia.org/wiki/Göstergebilim).
Bardak
bizsek, damla kimdir, nedir, nasıldır, ne zaman damlar ve kimin bardağı nerede,
ne zaman dolar, çatlar ya da kırılır ve bardağın dolmasını/kırılmasını,
çatlamasını nasıl geciktiririz; bardak çeşitleri ve bardaktaki suyu ne kadar
uzun temiz ve berrak tutabiliriz; yazılarımızın konusu bu olacak. Bizim konumuz,
bardak dolunca, taşıran son damlaları azaltmak olmayacak. Bardağın o bölümünü
eski dilde (Osmanlıca) tedavi edici, yabancı dilde klinisyen dediğimiz
iyileştirici sağlık mesleklerine bırakacağız. Ama yine de tedavi edici tıp
(hekimlik) ve sağlık mesleklerini halk sağlığı hekimliği gözlüğü ile denetleyecek,
eleştirecek ve aralarında davulcuya ve zurnacıya kaçanları uyaracağız.
Yaşam
o kadar bütüncü ve neden-sonuç ilişkileri ile örülü ki; halk sağlığı her ne
kadar çevre sağlığı, işçi sağlığı, salgın bilim (epidemiyoloji) vb. diye yan
dal uzmanlıklarına ve onlarca ileri uzmanlık alanına ayrılsa da; birey ve
toplum için önemli olan şey mutlu olmak. Başta mutluluk olmak üzere her şeyin
başı da sağlık.
Bazen
bana “Nasılsın?” diye soranlara bir halk sağlığı uzmanına “Nasılsın?” demek
gafletinde bulundun, derim ve sorusunu soruyla yanıtlarım: “Hangi yönden?”.
Kimi zaman sık tekrarlamaktan içeriğindeki derin ve çoklu anlamları eskitsek de
sağlık: Yalnız bedenen hastalık ve sakatlık yokluğu demek değil; aynı zamanda
ruhsal ve sosyal yönden tam iyilik halinde olmaktır. Sanıldığının aksine bizi
ve aile bireylerimizi ve sevdiklerimizin mutsuz olmalarına neden olan
hastalıkların çoğu da, bedensel (bünyesel, ana-babadan gelme) bozukluklar
değil, çevresel nedenlerdir. Çevrenin içine fiziki, sosyal (sosyal deyince
ekonomik ve kültürel) ve tabii ki biyolojik (bizim dışımızdaki canlıların
oluşturduğu) çevre girer.
Biz
hekimler çoğu üniversite mezunu meslek sahibine göre çok daha fazla yaşamın
içindeyizdir ve bazen hayat bize zor sorular sorar.
Örn. okuma yazma bilmeyenler için düzenlenmediği için (E eşeli) muayene odasında bulunan Snellen eşelindeki (görme keskinliği testi) harflerini değerlendiremeyen ve aynı zamanda parası oymayan bir işçi adayını işe giriş muayenesi için göz hastalıkları uzmanından rapor getirmeye göndermek mi yoksa göndermeden risk alıp sağlam raporu vermek mi iyidir? Okuryazar olmamak, görme keskinliği tam bile olsa kişini ve işyerindeki diğer işçi arkadaşlarının iş güvenliğini tehlikeye atar mı? Bu kararı kim verir, hekim mi? Öyleyse işe giriş muayenesi yapan hekimin kararı ne olmalıdır? İş Kanununda bu konu açıklanmış mıdır? Tehlike uyarılarını yazılı okuyamasa da tehlike sembolleri öğrenilemez mi? Ya da kekeme bir işçinin çalışabileceği işler hangileridir? Yasa ve yönetmelikler işe giriş muayenesinin nasıl yapılacağına dair ölçütler koymamış, pek çok hekimin yetkisine bırakmıştır.
Geçen
gün çalıştığım Toplum Sağlığı Merkezi’nde yalap şap (dostlar alışverişte olsun
diye) yaptığımız işe giriş muayenesine başvuran en az on işçi adayı, işe giriş
muayenesi dilekçelerinde yapacakları işi “Makine Bakımı” diye yazmışlardı. Ne
makinasının bakımını yapacaksınız diye sorduğumda hiçbirinin hangi makine
olduğunu bilmediği anlaşıldı. Tek tek yaptığım muayene benzeri işlemde işçi
adaylarından birisi itiraf etti: “Doktor bey, ne yalan söyleyeyim, ben ne
makineyi gördüm ne de ne iş yapacağımı biliyorum.
Muayene
deyince açmak gerekir. muayene yapmayı siz ne zannediyorsunuz bilmem ama pek
çok çeşidinden birisi de muayene odasında el yıkamak için lavabo olmadan
yapılanıdır ki bu yüzden muayene ettiğiniz kişiye elinizi sürmezsiniz. El
sürmeyince de ne sırtını, ne kalbini dinler, ne de herhangi bir organını
muayene etmezsiniz. Yapabildiğiniz tek şey başkasına elleterek yapılan bir
Tansiyon ölçümü ve uzaktan hastaya ellemeden yapılan (eşel marifeti ile) görme ve
akciğer filmi ile yapılan verem muayenesidir.
Biliyor
musunuz, işçilerin pek çoğu yaptığım böyle bir muayene için dahi bana teşekkür
ederek ve “Muayenenin böyle olması gerekir” diyerek odamdan ayrılıyor. Demek ki
açlık çeşitleri arasına bir de “muayene açlığını” ekleyeceğiz.
Muayene
açlığının sebeplerini diğer açlık çeşitlerinden sıra gelir de bir daha aklımıza
düşerse bir ara anlatırız. Tabii hekimlerin “muayene etme açlığı” ile birlikte.
Artık hastaya ellemek eskisi kadar kolay değil çünküJ).
Not: Şubat 2015 tarihinde Halkın sağlığı.org sitesinde yayınlanmıştır. Site yayınına son verince buraya taşıdım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder